Aşçı Dede'nin gözüyle Osmanlı


Aşçı İbrahim Dede, 19. asırda yaşamış bir Osmanlı askerî bürokratı. İstanbul'da dünyaya gelmiş, Erzurum, Erzincan ve Şam'da bulunmuş, hacca gitmiş. Mevlevî, Nakşî, Kadirî tarikatlerine intisap etmiş. Kaleme aldığı hatırat, Osmanlı’nın son dönemini tanımak açısından en önemli kaynaklardan biri. Gezdiği yerleri, tanıdığı insanları, yaşadıklarını, dönemin hayatını temiz bir İstanbul Türkçesi ile anlatıyor. Aralarda tasavvufî bilgiler veriyor. Dede’nin attar dükkânına benzettiği eser sadece bir hatırat değil, Osmanlı’yı o dünyanın içinden aksettiren bir sosyoloji kitabı, seyahatname, menakıpname, biyografi ve tasavvuf ansiklopedisi mahiyetinde. Bu itibarla Dede’ye devrinin Evliya Çelebisi demek mümkün. Taşıdığı öneme rağmen gizli kalmış bir eser olan Aşçı Dede’nin Hatıraları, Mustafa Koç ve Eyyüp Tanrıverdi tarafından dört cilt olarak yeni harflere aktarıldı. Dervişmeşrep bir memurun hatıralarını istifadeye açan Mustafa Koç ile Aşçı Dede ve eseri üzerine konuştuk.

Aşçı İbrahim Dede kimdir?

Osmanlı’nın son yüzyılının müşterek değerlerini bünyesinde toplayan son büyük seslerindendir. Mevlevîhanelerin, Halidî tekkelerinin son gür sesidir. Şehir monografilerinin ilk müellifi ve bir sufî avcısıdır. Dede için, geçen asrın bürokrasi hayatını içeriden anlatan tek temsilci diyebiliriz. Aşçı Dede bir medeniyeti, sokağından konak hayatına, savaşlarından gündelik hayata, sufi muhitlerden sıbyan mekteplerine kadar bütün cepheleri ile anlatıyor. Osmanlı hatırat külliyatı içerisinde Evliya Çelebi’yi istisna edersek, bu şekilde bir başka hatırat yok diyebiliriz. Hatırat, İstanbul’un konuşma Türkçesi açısından da önemli bir kaynak.

Hatıratı anlayabilmek için tasavvuf geleneğinden, Mevlânâ, İbn-i Arabî’den haberdar olmak gerekiyor gibi...

Evet, tasavvufu anlamak gerekiyor, ama Aşçı Dede, fena fillah, hakikat-i Muhammediye ve marifetullah gibi kavramların tecrübî boyutunu anlatarak okuyucuya yardımcı oluyor. Metni ağır kılan kısımlar Dede’nin doğrudan konuştuğu kısımlar değil, referans olarak verdiği yerlerde kullandığı üsluptur.

Dede, mânâ âleminde yaptığı seyirleri çok açık anlatıyor. Oysa tasavvuf geleneğinde bunlar ‘mahrem’ hallerdir.

Sufî literatürde kendi iç dünyasını anlatan metinlerin sayısı fevkalade az. Aşçı Dede bize hakiki aşk ile mecazi aşk arasındaki ilişkiyi tecrübelerinin ışığında anlatıyor. Onun, mahrem sırları ifşa etmede cüretkâr bir sufi olduğunu söyleyebiliriz; ama bu cüret, üslûbu göz önünde bulundurulduğunda metni daha çekici hale getiriyor.

Aşçı Dede’de nasıl bir aşk var?

Klasik edebiyatta işlenen aşk, hakikî aşktır. Bu aşkın tensel boyutu yok. Güzellerde seyredilen güzelliğin esma tecellisi ve seyrinden ibaret olduğunu anlatıyor. Mecazi aşk sadece hakiki aşka giden bir köprüdür. Hakiki aşk ile neticelenmeyen mecazi aşk dalaletin kendisidir. Ama her hakiki aşk çıkış noktasını mecazi aşktan alır. Aşçı Dede’nin halleri devrenin yansımalarıdır.

Sık sık hikâyelere, Mesnevî’den beyitlere başvurmasının sebebi nedir?

Biz galiba aşkı gerçek hayatın dışında bir vaka olarak telakki etmeye şartlandık. Leyla ile Mecnun’da yaşanıp, sadece Fuzuli’nin metninde saklı kalmış bir gizemli şehir zannediyorduk bu tür aşkları. Aşçı Dede bu ön kabulleri paramparça eden bir manzara çiziyor. Bize gösteriyor ki bu aşklar, âriflerin hayatında tecrübî bir boyut olarak devam ediyor. İbn-i Arabî’nin doktrini sadece kitabî değil aynı zamanda hayatî, Mevlânâ’nın Mesnevî’si ve Divan-ı Kebir’i sadece âşıkların gündelik meclislerinde okudukları bir metin değil.

Aşçı Dede’nin o dönemde Batı’ya karşı duruşu nasıldı?

Aşçı Dede’nin yaşadığı medeniyet kendi kendine yetebilen bir medeniyetti. O, Osmanlı geleneğinin ve o büyük sufî tecrübenin bu cemiyete kâfî geldiğini ifade eder. Bu itibarla kanaatkârdır; ama bu kanaatkârlığı derin bir zenginlikten gelir. Eser kendi kültürünün kaynaklarının bu coğrafyanın insanına yeteceği tezini işliyor. Onun gözü İbn-i Arabî’nin Fütuhat’ında, Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde, Şark’ın zengin kaynaklarında.

Aşçı Dede’nin tasavvufî duruşunu net olarak belirlemek zor. Meşrepten meşrebe geçiyor...

Onbeşinde Kasımpaşa Mevlevîhanesi’nde Mevlevilik ile başlıyor ve son vazifesini Mesnevihanlık ve şeyh-i sânîlikle tamamlıyor. Aşçı Dede’nin halini değişim değil de gelişim olarak görelim. Halidiliğin kalender meşrep simalarından Fehmi Efendi’ye intisap eder ve Dede’nin aşktaki ifratını şeyhi terbiye eder. Halidiliğe intisap ettiğinde Mevleviliği bir tarafa koyamaz. Ama Mevlevî meşrep müdahaleler Kadirihane’de müspet yankı bulmaz. Aşçı Dede, Bektaşileri, Rufaileri, Uşakileri, Halidileri ve Mevlevileri vs. bir mizaç olarak iç içe değerlendirdiği için hatıratında tüm meşrepleri görmek mümkün.

İnsanların hatıratlara karşı ilgisi nasıl günümüzde?

Son zamanlarda bir hayli yaygınlaştı. Bazı yayınevleri, neredeyse sadece hatırat üzerine yoğunlaşmaya başladı. Aslında hatırat tür olarak bizde fakir. Osmanlı süreci içinde mahremiyet, bir engel. Ama Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken zengin bir hatırat koleksiyonu ortaya çıkıyor.

Yorumlar