Süheyl Ünver Nakışhanesi artık yok

Süheyl Ünver

Güzel Sanatlar Akademisi'nde 1955 yılına kadar hocalık yapan Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, klasik Türk sanatlarını yeniden diriltmek amacıyla 1957'de Cerrahpaşa Tıp Tarihi Enstitüsü'nde bir atölye kurar. Tezhip, minyatür sanatlarımızın uygulandığı bu atölye bir anlamda Osmanlı nakışhane geleneğini andırır. Ünver, hat, minyatür, tezhip gibi o dönemlerde gözden düşmüş sanatların hamisi olur. Ahmet Hamdi Tanpınar ölmeden birkaç gün önce karşılaştığı Ünver'e gönül rahatlığıyla "Süheyl, İstanbul sana emanet!" diye seslenir. Bir kültürün üstündeki perdeyi aralayan bu çalışmalar Ünver'in vefat tarihi olan 1986'nın sonuna kadar sürer. Ünver, ölümünden önce nakışhaneyi kızı Gülbün Mesara'ya emanet eder. Kızı, 1988'de devraldığı bu mirası titizlikle koruyarak bugünlere kadar getirir.

Gülbün Mesara babasının bir ekol haline gelen sanat çizgisinden asla sapmaz, ondan devraldığı arşivi ve defterleri gözü gibi korur. 1990'dan sonra Cerrahpaşa Tıp Tarihi Enstitüsü Anabilim Dalı Nakışhanesi ismine Süheyl Ünver eklenir ve nakışhanenin çalışmaları, Mesara'nın başkanlığında sürer. Günümüz klasik sanatlarının pek çok ustası nakışhanede yetişir. Buraya kadar her şey çok güzel gitmekteydi. Lakin Gülbün Mesara babasının kurduğu Cerrahpaşa Tıp Tarihi Enstitüsü Anabilim Dalı Nakışhanesi'nden 'Süheyl Ünver' adını da yanına alarak sessiz sedasız ayrıldı. Çalışmalarını yaklaşık 20 yıldır aynı mekanda sürdüren Mesara, artık talebelerine evinde ders veriyor. Cerrahpaşa'daki nakışhane ise Süheyl Ünver'in ismi ve kızı olmadan yola devam ediyor. Gülbün Mesara, Necatigil gibi "Biz işimize bakalım" diyerek aynı heyecanla 'işine' bakıyor. Ünver son dönemlerinde "İnsanlardan uzak, tabiata yakın" olmayı salık veriyordu. Kızı da şu sıralar Mardin'e sığınmış; bu şehri, talebeleriyle birlikte minyatürlüyor ve tezhipliyor. Mardin Valiliği'nden gelen teklif, 2010'da bir sergi olacak.

Gülbün Mesara'nın Cerrahpaşa Süheyl Ünver Nakışhanesi'nden ayrılacağını kimse düşünmüyordu. Ancak geçtiğimiz yaz burada yaşanan 'çok başlılık', 'gruplaşmalar' ve bunların getirdiği huzursuzluklar bardağı taşıran son damla olmuş. Süheyl Ünver geleneğini yarım bırakmayı düşünmediğini söyleyen Mesara, "Aslında nakışhaneyi evime taşımak istemiyordum. Cerrahpaşa'dan sonra gideceğim tek yer babamın vasiyeti gereği yapılan Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki odaydı. Burada babamın koleksiyonu var. Ama yetkililer illa Süleymaniye'ye gitmek istiyorsam, bunun randevuyla olabileceğini söylediler. Bu da benim için kabul edilebilir bir şey değil. Tek başıma gidebiliyorum; ama talebelerimle gitmeme izin yok. Kısacası bana 'gelemezsin' demiyorlar; ama önüme kimi setler koyuyorlar." diye konuşuyor. Bu tür rahatsızlıkların babasının döneminde de olduğunu söyleyen Gülbün Mesara, yaşananları normal karşılıyor. O aslında bunların olmasını hiç istememiş, "Bu işlerin hepsini fahri olarak, hiçbir ücret beklemeden yapıyordum. Bizim aldığımız terbiye bu." diyor. Bu fikrinden sonra Mesara'ya; Semih İrteş Atik Valde'de, Hüseyin Kutlu da Hekimoğlu Ali Paşa Medresesi'nde ders vermesi için teklifte bulunmuş. Mesara halen bu teklifler üzerine düşünüyor, fakat çalışmalarını bir müddet evinde sürdürmeyi tercih ediyor.

'Süleymaniye'deki arşivin envanteri 20 yıldır çıkarılmadı'

"Babam 'Milletten aldığımı yine millete...' derdi. Bu yüzden onun arşivini nereye vereceğim konusunda bir karar veremedim. Süleymaniye Kütüphanesi söz konusu olamaz. Onun adına bir oda yaptık. Yaklaşık 20 yıl oldu, kütüphaneye bağışladığı eserlerin envanteri hâlâ çıkarılmamış. Hüseyin Kutlu 'Defterlerin hepsini elektronik ortama aktaralım.' dedi, ama envanter çıkmadı diye buna da izin vermediler. Elimde ne varsa şuan Semih İrteş ve ekibi tarafından elektronik ortama aktarılıyor.” 

Yorumlar