'Cennetin Kapıları' kapanmasın diye...

Evliya Çelebi, Divriği'ne gittiğinde Ulu Cami'nin gözü gönlü mest eden taş bezemelerini görünce "Üstad mimar bu camiye öyle emek sarf edip kapı ve duvarları öyle nakş-ı bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır" demiş. Koca Evliya'ya hak vermemek elde değil. Dantel dantel, nakış nakış taşa işlenmiş bu rüyanın karşısında hayran kalmayan yok gibi. Bu eşsiz külliyeyi görmek için Sivas'a kadar yollara düşmenize birkaç haftalığına gerek yok. Taşkışla'daki İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde açılan 'Cennetin Kapıları' adlı fotoğraf sergisi, Divriği Külliyesi'ni İstanbul'a taşımış. Fotoğraflarını Mimar Cemal Emden'in çektiği sergi, 1965 yılından beri Divriği Külliyesi hakkında kitaplar ve yazılar yayımlayan Prof. Doğan Kuban'ın danışmanlığında Yüksek Mimar Basri Hamulu tarafından gerçekleştiriliyor. UNESCO'nun dünya mimari anıtları listesindeki tek Türk anıtını konu eden sergi, 'külliyenin taç kapılarının yok olma tehlikesine karşı bir kamusal duyarlık oluşturmak' amacıyla düzenleniyor.

Üç mimarın himayesinde açılan sergide, fotoğraflar külliyenin detaylarındaki ihtişamı göz önüne sermek maksadıyla bir insan boyunda sanatseverlere sunuluyor. Kırk dört fotoğraflık sergide eserler, özel tekniklerle ışıklandırılmış ve ayaklı platformlara yerleştirilmiş. Fotoğrafların önünde durup bakınca başka bir zamanın eşiğinde olduğunuz an be an hissedebiliyor. Cami ve şifahanenin taçkapılarındaki üç boyutlu göğe tırmanan hayat ağaçları, motifler, taştan solmayacak bir bahçeyi andırıyor. Üç boyutlu detaylı geometrik stiller ve bitkisel bezemeler sanat tarihçileri ve mimarlar kadar sanatseverleri alıkoyuyor. Kapı ve duvarlara işlenen tüm motifler asimetrik. Her karede binlerce taş işlemeli motif var. Kısacası bu sekiz yüz yıllık yapı karşısında yapacağınız tek şey aranıza bir göz mesafe koyup dakikalarca o bezemelerin derinliklerinde kaybolmak.

Yıllardır yapılan yanlış restorasyonlardan dolayı eriyen bu muazzam Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Selçuklu döneminde Mengücekoğulları'ndan Ahmet Şah ve Melike Turan tarafından 1228'de yaptırılır. Selçuklu mimarisinin en önemli yapılarından olan caminin yapımında mimar ve sanatkar olarak Ahlatlı Hürremşah ve Tiflisli Ahmet çalışır. Sergiye ev sahipliği yapan Taşkışla ise fotoğraf sergisiyle taşın taşa şefkatinin bir örneği. Osmanlı döneminde 1846-1852 yılları arasında rönesans üslubu kullanılarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Askeri Tıbbiye) için hastane olarak tasarlanan yapı günümüzde Taşkışla İTÜ Mimarlık Fakültesi olarak kullanılıyor. Binada taş içinde taşın görülmesi gereken bir yolculuğu var.

Ömrünü bu külliye için adayan, kimi zaman da küstürülen Prof. Dr. Doğan Kuban serginin kataloğunda bakın ne diyor: "Divriği'de taşı bir dantelâ gibi, büyük bir tutkuyla yontan sanatçının, bir coşkun sufi gibi Tanrı'ya kavuşmak isteğiyle yanan bir ruh sahibi olduğuna inanmak yanlış olmaz." Kuban, külliyenin üzerinin cam konstrüksiyonla kapatılarak bir heykel gibi korunmasından yana. Yazar Necdet Sakaoğlu ise katalogdaki Korkulu Ağıtsı Sonsöz başlıklı yazısıyla biraz hayıflanarak, "Külliyenin bütün zamanların en ağır tahribatını son 50 yılda yaşadığı da inkar edilemez. Korkumuz; eski eserlerimizin korunması konusunda 21. yüzyıla umut bağlamanın da hayal kırıklığıyla noktalanacaktır." diyor.

Enine boyuna yeni önlemler alınmadığı takdirde, yanlış restorasyonlar, ihmaller... derken gittikçe eriyen bu eşsiz yapının ardından tarihi mümkün olmayan bir hayıflanma kalabilir. Bu sessiz, iç burkan gidişata bir nebze olsun dikkat çekmek isteyen sergiyi görmek istiyorsanız son gün 29 Mayıs.

Musa İğrek, İstanbul
Zaman Gazetesi
11/05/2009

Yorumlar