İstanbul'un 8 bin yılı bir sergiye sığdı



İstanbul'un tükenmeye hiç niyeti yok. Geçen zaman ondan daha nice güzelliğin devşireceğini gün be gün kanıtlıyor. Meyvenin çekirdeğini taşıması gibi İstanbul'dan yolu geçen, duyan, bilen herkesin bu şehre karşı sonsuz bir arzuyu içinde taşıdığı malum. İnsanlık tarihinin bütün merhalelerini içinde sırlamış İstanbul'un 8 bin yıllık geçmişi bir çarşaf gibi önümüze serildi. Sabancı Müzesi'nin (SSM), İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın işbirliğiyle ve Sabancı Holding'in desteğiyle düzenlediği, "Efsane İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a - Bir Başkentin 8000 Yılı" adlı sergide Bizantion'dan Nea Roma'ya, Constantinopolis'ten İstanbul'a uzanan bir çizgide kentin eşsiz güzelliği kendini gösteriyor. On beş yabancı ülkeden, kırk farklı müzeden gelmiş heykellerden, sikkelerden, tablolardan, kaftanlardan, el yazmalarından, minyatürlerden oluşan 500 eser, kadim şehri bin bir türlü haliyle anlatıyor.

Sabancı Müzesi'nin salonlarına sığan bu devasa sergi için dün bir toplantı düzenlendi. SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, serginin mekân tasarımını yapan Çek Mimar Boris Micka ve Sabancı Holding Kurumsal İletişim Direktörü Suat Özyaprak sergiyi anlattı. Dr. Nazan Ölçer "Sergiyle, toplumun her kesimine içinde yaşadıkları kentin tarihini ve kültürel mozaiğini tanıtarak, kent bilincinin oluşmasına katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Bu bağlamda, İstanbullulara nasıl bir kültürel zenginlik içinde yaşadıklarını göstererek, kültürel mirası koruma bilincinin gelişmesini hedefliyoruz." dedi.

DÖNEN KUBBELER SONSUZLUĞA ÇAĞIRIYOR
Herkesin gözü kulağının olduğu bir şehir İstanbul. Binlerce kuşatmaya maruz kalan şehir her seferinde küllerinden anka kuşu gibi yeniden doğar. Şehrin antik çağlardan Roma dönemine, Bizans'tan Osmanlı'ya uzanan bu tarihini bir sergiye sığdırmanın zorluğu ortada. İşin üstesinden gelmek için sergi ekibi epey kafa yormuş. Tarih öncesinden itibaren devir devir ilerleyen bir video ile başlıyor sergi. Büyükçe ağaç tomrukları arasına yerleştirilmiş vitrinler, çocuksu bir merakı kamçılarken, kılıç ve at sesleri eşliğinde şehri ele geçirmek isteyen imparatorlukların ihtirası da bir anda sizi kuşatıyor. Mekân tasarımı ve kurulumuyla göz dolduran sergi bin bir gece masallarını andırıyor desek yeridir. Zira "Bizi daha neler bekliyor?" sorusu izleyicinin peşinde bir gölge gibi sürünüyor.

Tarihçi, sanat tarihçisi, prehistoryacı, arkeolog, mimar ve müze uzmanlarından oluşan çalışma grubu, bu sergi için kentin tüm dokularına nüfuz etmeye çalışırken müzenin her salonu İstanbul'un ayrı bir dönemine çağırıyor. Küçük bir yerleşim yeriyken imparatorluklara başkentlik olan şehrin adeta kaydını tutulmuş. Heykeller, sikkeler, el yazmaları, minyatürler, kaftanlar, sorguçlar, kutsal kitaplar, toplar, tablolar, tesbihler, ikonalar, çanlar, dokumalar, cam ve metal işler bir bir hikayelerini paylaşıyor. Uzun uzun yazılabilecek eserler minik adımlarla gezmenizi gerektirecek türden. Her bir eserde kendinizi unutacağınız kesin.

Dünyanın pek çok müzesinden türlü türlü çabalarla derlenen sergi, İstanbul'un sahip olduğu zenginliği bir kez daha kanıtlıyor. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu bölümü daha önce pek görülmemiş eserleri gün yüzüne çıkarıyor. İstanbul'un kubbelerinin birer birer döndüğü büyükçe bir maket var. Altına geldiğinizde koca sonsuzluk içinize sığıyor. Camiler, kiliseler kısacası İstanbul'un simgesi haline gelen bu kubbeler birbiri ardına müzik eşliğinde dönüyor. Bu baş döndürücü güzellik sergi boyunca tüm salonlardan el ediyor. Üstüne çok şey söylenebilecek sergi, bir habere sığmaz. En iyisi 4 Eylül'e kadar yolunuzu Sabancı Müzesi'ne düşürün. Bu şehre ait olmanın dayanılmaz güzelliği size çepeçevre saracaktır kuşkusuz.

Musa İğrek, İstanbul
Zaman Gazetesi
05/06/2010

Yorumlar