İstanbul Modern'de bir 'Çağlayan' var


Çılgın filozof Slavoj Zizek'e sorarlar "Öteki kimdir?" Zizek şöyle bir cevap verir: "Öteki, hikâyesini dinlemediğim..." O çok da öteki değil. Bizden biri... Limon çiçeği kokulu Kıbrıs'tan. Yurtdışında yaşadığından olsa gerek, buralarda pek fazla görünmüyor. Dinlenesi bir öyküsü var. İsminin önüne 'hikâye anlatıcısı' diye bir sıfat kondurulmuş. Bu, haksız bir tanımlama değil onun için. Ürettiği işler bir romanın en can alıcı sahnesi, bir öykünün en hüzünlü bölümü sanki. Kahramanımız, farklı dünyaları bir araya getirmeye çalışan, önce moda dünyasının bir neferiyken daha sonra sanat dünyasına da ait olan biri. Bize bir kucak dolusu hikâye getirdi. Hikâyeler sahibini ele verirken dokunmaya çalıştığı hep aynı dünyanın halleri.

Hüseyin Çağlayan... Çağdaş sanatın ve modanın usta isimleri arasında. Sanatçının son 16 yılda ürettiği çalışmaların bir seçkisi "Hüseyin Çağlayan: 1994-2010" başlıklı sergiyle İstanbul Modern'e yerleşti. Sergide mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen Çağlayan'ın genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi konulara bakışı yer alıyor. Çağlayan'ın moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmlerinin İstanbul sanat izleyicisine farklı bir deneyim sunacağı kesin. Hemen söyleyelim Çağlayan'ın işleri, Wittgenstein'ın "Üzerinde konuşulmayanlar hakkında susmak gerek." sözünün gölgesinde susup, çocuksu merakla gezilecek bir özelliğe sahip.

Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi'nde sergilenen, küratörlüğünü Donna Loveday'in yaptığı serginin basın toplantısı dün İstanbul Modern'de gerçekleştirildi. Basın toplantısına İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ve İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi katıldı.

GELENEK, TEK BAŞINA İLGİNÇ DEĞİL'

Oya Eczacıbaşı, serginin sanatseverlere Hüseyin Çağlayan'ın dünyasını keşfetme fırsatı verdiğini söyledi. Hüseyin Çağlayan ise heyecanlıydı. Serginin birçok dünyayı bir araya getirdiğini söyleyen sanatçı, "Sadece moda ile ilgilenen değil, tasarımla müzikle, dansla, performansla ilgilenen kitleyi de çekecek. Londra'da yaşamama rağmen İstanbul en çok sevdiğim şehir. Burada böyle bir sergi açmak çok sevindirici benim için." dedi. Bir söyleşisinde "Yaptığım işler karşısında aynı zamanda bir seyirciyim." diyen Çağlayan'a 16 yıllık üretimi karşısında bir seyirci gözüyle neler gördüğünü sorduk. Şöyle cevapladı: "Ne kadar fazla iş yaptığımızı görüyorum. Her biri bir doğum gibi benim için. Detaycı birisiyim, işin fazlalığına baktığımda ben de şoke oluyorum. Yılda iki kez koleksiyon yapmak zorundayım. Bu işler dönem dönem gerçekleşiyor, sürekli farklı bölümlere geçiyorum." Gelenekle bağlantısına gelince; Çağlayan'a göre gelenek çoğu zaman görsel bir şey değil, bir şeyi yapma şekli olabilir: "Gelenek, tek başına ilginç değil, onu nitelemek, süzgeçten geçirmek önemli. Aslında şimdiki hayatla birleştirdiğinizde, çok daha farklı bir şey çıkıyor. Ben geleneği o şekilde kullanıyorum.''

İstanbul Modern, yüzleri donuk mankenleri her odacığından yükselen müzik seslerini ve farklı bir sanatçıyı ağırlıyor bu kez. Sanatçının harflerle adlandırılan işleri, önünde uzunca vakit geçirmenizi gerekli kılıyor. Öyle ki Fransız düşünür Claude Levi-Strauss'un bir sanat eserini tanımlarken dediği gibi 'görende sahiplenme duygusu bırakan' birçok eser var. Ama mankenlerin üzerindeki giysileri alıp sırtınıza koymanız pek kolay değil. Eserin içinde sakladığı öyküyü de omuzunuza giymeniz gerekir. Zira kimileri ağır gelebilir, tutunamayabilirsiniz.

GİYİLEBİLİR, TAŞINABİLİR MİMARİ


Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarında kişisel tarihi ve kültürel kimliğiyle ilgili işleri hemen seçebilirsiniz. Eserlerindeki minik ipuçları size yardımcı oluyor. Videolarda bir defileden öte müzikle birleşen performanslar sunuyor sanatçı. 'Sözlerden Sonra' adlı video enstalasyonu savaş zamanı evini aniden terk etmek zorunda kalanların hikâyesinden yola çıkıyor. 1974'te Kıbrıs'ta yaşananlardan esinlenen sanatçı, insanların böyle bir acıyla karşı karşıya geldiklerinde sahip oldukları şeyleri saklamak veya yanlarında götürmek istemelerini anlatıyor. Koltukların çantalara, örtülerinin elbiseye, masanın ise eteğe dönüşmesi, 'giyilebilir, taşınabilir mimari' kavramını sunuyor. Çağlayan'ın eserlerinin isimleri de içine çeken türden: Geçici Elbise, Kör Manzara, Toprağa Bağlı, Olmayıp Varolan, Uçak Elbise, Şefkat Yorgunluğu, Tatlı Aylaklık...

Geniş bir vakit isteyen sergide sanatçı, doğanın beden üzerine egemenliği, yersizlik, sınırlar, politik süreçler, hız ve teknoloji, göçler, etnik kimlik gibi temalar etrafında örülmüş bir dünya sunuyor. Sergi 24 Ekim'e kadar görülebilir.


Yorumlar