İngiliz yazar Rebecca West (1892–1983) bir söyleşisinde “Sırf kadın yazar olduğum için insanlar bana çok kaba davrandı. Bu, olabilecek en kötü kabalık.” diye yakınır. Söyleşiyi yapan kişi bu yakınmayı fırsat bilip sorar: “Erkek olsaydınız daha mı kolay olurdu?” West’in yanıtı şöyledir: “Tabii, kesinlikle. (...) Kadın olarak iyi bir yaşam sürebilirsiniz ama erkek kimliğiyle çok daha iyisi olurdu. İşle ilgili bir yere üzerinde bir erkek adı, diğerinde de kadın adı olan iki kartla gitseniz erkeğe karşı daha bir yumuşak davranırlar, suç işlemiş bir mahkum olma ihtimali varsa bile. Erkek adı yazılı olan karta daha sıcak bakıyorlar.” Rebecca West, bu tespitiyle, senelerdir bitmeyen bir tartışmayı kısaca özetliyor.
Edebiyat tarihi sesini erkek adıyla duyurmak isteyen kadın yazarlarla dolu. Erkek maskesi, eserin yazarından bağımsız değerlendirilmesini arzu eden kadın yazarların kullandığı bir tür araç. Edebi bir alter-ego oluşturmak kimi zaman yazarın kendi seçimiyken, kimi zaman da yayıncının isteğiyle gerçekleşebiliyor. Victoria döneminde kadınların ağırbaşlı ve süslü görünmeleri beklenirken, kırılgan ve hassas olanların ancak güçlü bir erkeğin gölgesinde hayata tutunabileceğine inanılırdı. Kadın yazarlar erkek egemen dünyada tutunmak, görünmek ve ciddiye alınmak için eserlerini erkek adı kullanarak yayımladı. Kimi eleştirmenler erkek müstearına sığınan kadınların bu seçimini anlamsız bulurken, kendi adıyla yazmış Jane Austen gibi başarılı romancıları örnek gösteriyor.
Son örnek: J. K. Rowling
Edebiyat dünyasında erkek müstearı kullanan kadın yazarların, başka bir deyişle, erkek kimliğine bürünen kadınların son örneği J. K. Rowling oldu. Asıl adı Joanne Rowling olan yazarın ismindeki “K” harfi, babaannesinin adı Kathleen’in kısaltması. Tüm zamanların en çok satan serilerinden Harry Potter’ı kaleme alan Rowling’in, Robert Galbraith mahlasıyla bir polisiye roman yazdığının ortaya çıkması, edebiyat dünyasında çok konuşulmuştu.
![]() |
J. K. Rowling |
J. K. Rowling konuyla ilgili mesajında şöyle demişti: “Müstear ismimden sınırlı sayıda insan haberdardı, en eski arkadaşlarımın bile bilmediği bir şeyi pazar gecesine kadar adını duymadığım bir kadının nasıl olup da keşfettiğini merak etmek hoş değil. Duygularımı hayal kırıklığı olarak adlandırmak hafif kalır. Saygın bir hukuk firması olan Russels’tan beklentim mahremiyete koşulsuz sadakatti. Bu güvenimin boşa çıktığını görmekten dolayı öfkeliyim.” Avukat Gossage’a mahremiyetin ihlali nedeniyle bin sterlin para cezası kesilirken, olayın ardından yazarın kitabı çok satanlar listesinin ilk sırasına yerleşmişti. Rowling geçtiğimiz ay bir sürpriz daha yaptı ve polisiye serisinin Harry Potter’dan daha uzun soluklu olacağının haberini verdi. Yazarın Robert Galbraith müstearıyla kaleme aldığı yeni polisiyesi Guguk Kuşu geçtiğimiz günlerde Pegasus Yayınları tarafından Zeynep Heyzen Ateş’in çevirisiyle dilimize de kazandırıldı. Böylece J. K. Rowling özellikle Victoria dönemi İngiliz edebiyatı geleneğine eklemlenmiş oluyor. Zira kendisinden önce Brontë Kardeşler’den George Eliot’a birçok yazar erkek müstearıyla kitaplar yayımlamıştı.
Müstear: Bir çeşit savunma
Özellikle 19. yüzyılda müstear kullanımı altın çağını yaşar. 18. yüzyılın başlarında kitapların yazar adı olmadan yayımlanması bir çeşit gelenek iken, 20. yüzyılda takma ad kullanımında düşüş yaşanır. Yazarların müstear kullanmasının ardındaki ‘sır’ ile ilgili kaynaklar hem dünyada hem de ülkemizde sınırlı. Biyografiler araştırmacılar için en büyük kaynak niteliğinde. 2011’de müstear isimlerin saklı tarihi üzerine Nom de Plume: A (Secret) History of Pseudonyms adlı bir kitap yazan Carmela Ciuraru, “Yazar için bir isim nedir?” sorusunu ortaya atar ve “Her şey. Hiçbir şey.” cevabını verir. Pek çok yazar doğdukları andan itibaren taşıdıkları, bu kimi zaman ağır olan yükün edebi üretimi sürdürmek için sınırlı bir alan vaat ettiğini düşünmüş. Bunu aktaran Ciuraru, bazı edebiyatçılar için isimlerinin edebi yolculuklarına eşlik edecek kadar güçlü olmadığını söyler. Bir ismin içerisinde çok fazla ‘şey’ taşıdığını belirten araştırmacı şöyle diyor: “[Adından dolayı yazar] yorgun ve donuk görünebilir. Çok etnik, çok aptallaştırıcı, çok yaşlı veya çok genç olabilir.” Yazarın bu tehlikelere karşı kendince önlem alması olarak da görülebilecek gönüllü seçim, onu bir gölge gibi takip eder.
Ciuraru, 19. yüzyılda kadın yazarların erkek egemen edebiyat dünyasında tutunmak için erkek adıyla yazmanın şart olduğunu düşündüklerini söylüyor. Müstear kullanmayı yazar kimliğinin karmaşık psikolojik düzeneğiyle açıklıyor: Edebi şöhretin tehlikeleri, cesaret ve inanç, sanatçının toplum içindeki mücadelesi ve üretimin doğası gibi etmenler... Müstear kullanmanın bir çeşit savunma olduğunu dile getiren Ciuraru, televizyon ve film sektörünün yükselişiyle birlikte bu eğilimin azaldığına değiniyor. Bunun yanı sıra, genel olarak müstear kullanma sebeplerine farklı bir edebi türde yazmak ve kendi itibarını korumak gibi düşünceler de eklenebilir. Elaine Showalter ise kadın yazarları feminist eleştiri açısından ele aldığı A Literature of Their Own adlı kitabında, erkek müstearıyla yazan kadınların erkeklerle entelektüel açıdan eşit şartlarda değerlendirilmek istedikleri için bu yola başvurduklarını söylüyor.
‘Kadın yazar’ demek doğru mu?
Yapılan araştırmalara göre, erkekler hemcinslerini okumayı tercih ederken, kadınlar da kitabını aldıkları yazarın cinsiyetini önemsiyor. Penguin Yayınevi editörü Anne Sowards’ın şu tespiti hayli dikkat çekici: “Ana karakter erkekse ya da kitap bilimkurgu/aksiyon gibi erkeklere hitap eden bir türdeyse kimi zaman bir kadın yazarın erkek ismi kullanması kitabın satışına olumlu yansıyabiliyor. Bir kitabın çoğunlukla erkek okurlara hitap edeceğini düşündüğümüzde kapağının, baskısının, hatta yazarın isminin bile erkeklere hitap etmesine çalışıyoruz.”
Erkek müstearıyla yazan kadın yazarlara baktığımızda karşımıza uzun bir liste çıkıyor. Fakat bu isimlere geçmeden önce “kadın yazar”, “erkek yazar” gibi tanımlamaların tehlikesine kısaca değinelim. Zira bir yazarı müstear isimle yazmaya iten sebeplerden birinin, sıkça karşımıza çıkan kadın-erkek yazar ayrımı olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat ortamının kadın yazarlara önyargılı bakışının en önemli örneğinin 18. yüzyılda yaşandığını dile getiren Fatma Barbarosoğlu, Alexander Pope ile Anne Finch arasındaki ünlü düelloyu aktarıyor: “Pope’a göre edebiyat alanına girmeye cüret eden kadın ancak psikolojik problemleri olan kadındır. Ve kendilerini rahatlatmak için yazarlar. Hiçbir kabiliyetleri yoktur. Her biri birer süs köpeği gibi davrandığında etkileyici ve çekicidirler.
![]() |
Anne Finch |
Hangi kadın yazar?
“Kadın yazar”, “erkek yazar” sınıflandırmalarına karşı Tomris Uyar, “Nasıl bir kadın yazardan söz ediyoruz, bu önemli.” diyerek şu soruyu önümüze getirir: “Cinsiyeti kadın olan bir yazardan mı, yazısı kadınca olan bir yazardan mı?” Uyar şöyle devam eder: “Kadınca yazan bir sürü usta erkek yazar varken önce bu ayrımdan yola çıkmak gerek. Soralım sözgelimi: George Sand kadın bir yazar mıydı? (...) Mallarmé’nin bir şiirinde oldukça aydınlatıcı bir ipucu var: ‘Bir kadın dansçı, dans eden bir kadın değildir, çünkü kadın kapsamına da girmez artık, dans da etmiyordur.’ Yazar kadınsa, kendi cinselliğinin getirdiği sorunları da dile getirecektir elbet, kaçınılmaz bir şey. Ama teşhircilik ile sözümona edebiyat birleştiğinde, bir yazarı tanımlayan bir sıfat olmaktan çıkıyor ‘kadın’ sözcüğü. Ortaya, çıka çıka devekuşu türünden zorlama bir bileşik sözcük çıkıyor.”
![]() |
Peride Celal |
Kan gütmek gibi bir şey!
Peki kadın olmak edebiyat dünyasında yazarın işini kolaylaştırır mı? Tomris Uyar’ın bu soruya cevabı şöyle: “Kadın olmak, bir yazarın işini güçleştiriyor ya da kolaylaştırıyorsa o yazar, yazar değildir, kadındır. Şiirlerinde ya da hikâyelerinde ‘kadınlığı’nın üstüne basar; sanki bu toplumda yaşayan herhangi bir kimse değil de erkeklerin zavallı çoğunluğundan kendini ayırmayı başarabilmiş, onlardan daha ince düşünen, duyan, acı çeken bir ‘mutlu kadın azınlığı’nın temsilcisidir. Bunu hoş karşılamak bir ülkede yaşayan, aynı toplumsal tedirginliği, aynı siyasal dalgalanmaları, aynı sosyolojik koşulları paylaşan kişileri ‘kadın’ ve ‘erkek’ diye ikiye ayırmak, kan gütmek gibi bir şey...”
Şu kışkırtıcı soru ile devam eder Uyar: “Virginia Woolf’un, Nathalie Sarraute’un, hatta Katherine Mansfield’ın kadın olup olmadıkları önemli mi? Ülkemizde kadın, kadınlığını üstlenmeye ve kullandırmaya o kadar elverişli ki (Aynı soruyu neden erkek sanatçılara da sormuyorsunuz? Erkek olmak kolaylaştırıyor mu, güçleştiriyor mu bir şeyleri, sözgelimi?), sorunuza ‘kolaylaştırıyor’ diye karşılık vereceğim. Neden mi? Dergilerde adlarına rastladığım çoğu kadın yazarların, erkek olsalardı, yazdıklarını yayımlatamayacaklarına inanıyorum da ondan.”
Edebiyat giderek daha çok kadın işi olmuştur
Mario Vargas Llosa ise edebiyatın giderek daha çok kadın işi olduğu düşüncesinde. Edebiyat etkinliklerinde, kitabevlerinde ve üniversitelerin beşeri bilimlere ayrılmış bölümlerinde kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğuna değinen Llosa bu olguyu şu şekilde açıklıyor: “Orta sınıftan kadınlar, erkekler kadar çalışmadıkları için daha çok kitap okuyorlar: Ayrıca kadınların çoğu, düşlemlere ve düşlere zaman ayırmayı, erkeklerden daha kolay haklı görebilir. Kadınlarla erkekleri katı sınıflara ayıran, kadının ve erkeğin birbirinden farklı erdem ve kusurları olduğu görüşünden yola çıkan açıklamalardan hiçbir zaman hoşlanmamışımdır; ne var ki, edebiyat okurlarının sayısının her geçen gün azaldığı ve kalan okurlar arasında da kadınların ağır bastığı açıktır.” Llosa’nın tespitinin farkında olan yayıncılar özellikle kadın okurlara ulaşmak için ellerinden gelen ‘cinliği’ yapıyor.
![]() |
Charlotte Bronte |
![]() |
George Eliot |
Amerikalı yazar Louisa May Alcott (1832-1888) özellikle erken dönem eserlerini A. M. Barnard takma adıyla kaleme alır. 1855-1856’da Bostonlı yayıncısı ile mektuplaşmalarında, yayınevi kendisine şöyle der: “Sizden daha çok hikâye bekliyoruz. Dilerseniz A. M. Barnard adıyla, dilerseniz başka erkek yazar müstearıyla yazabilirsiniz.” Amerikalı ünlü aşk ve macera romanı yazarı Nora Roberts (1950) da kendi adıyla başarılı romanlar yazsa da daha sonra tıpkı J. K. Rowling gibi erkek müstearı kullanmaya başlar. Rowling’in aksine sırrını iyi saklayan Roberts, J. D. Robb adıyla uzunca bir seri kaleme alır. Okurları bu sırrı öğrendikten sonra yazarın her iki isim altında yazdığı eserler büyük ilgi görür.
Nam-ı diğer George Sand
Danimarkalı yazar Karen Blixen’in (1885-1962) Isak Dinesen adıyla kitap yayımlamasının ardındaki gerekçe, zengin bir aileden geliyor olmasıdır. Yazarın Out of Africa adlı romanı dünya çapında ilgi görür.
![]() |
George Sand |
![]() |
Harper Lee |
İki kafadar Christina Lynch ve Meg Howrey 2012’de Magnus Flyte imzasıyla bir roman yayımlar. Başarı yakalayan romanın ardındaki iki isim, biri TV programcısı öteki ise yazar ve oyuncu, çok geçmeden yakayı ele verir. Magnus Flyte ile yapılan söyleşide erkek müstearıyla kitap yazmanın gerekçesini, erkeklerin kadın yazarlar tarafından kaleme alınmış romanları okumaması, kadınların ise her iki cinsiyetten yazarın da kitabını okuması diye açıklıyorlar.
Türk edebiyatının maskelileri
Türk edebiyatında erkek müstearıyla yazan kadınların varlığı biraz görünmezdir. Bu konuda kaynakların azlığı bir yana, dünyadaki kadar çok örnek sıralama imkânımız yok. Fatma Barbarosoğlu’nun deyişiyle, “Her ne kadar bizim geleneğimizde müstear erkek ismine sığınan kadın yazarlar yoksa da, müstear isim kullanarak kendini saklayan ama kadınlığını saklamayan yazarlar vardır.
![]() |
Fatma Aliye |
Edebiyatımızda Müstear İsimler kitabının yazarı Tahsin Yıldırım ise şöyle diyor: “Erkek müstearıyla yazan kadınlar ya da kadın müstearıyla yazan erkekler her zaman var olmuştur. Edebiyat ortamının bir kadın yazarın eserine hoş bakmayacağı endişesinin ilk kadın yazarları bir erkek isminin arkasında yazmaya ittiği ifade edilebilir. Her ne kadar bizim geleneğimizde müstear erkek ismine sığınan kadın yazarlar azsa da müstear isim kullanarak kendini saklayan ama kadınlığını saklamayan yazarlar da vardır.”
Türk edebiyatının belki de en muzip müstear vakası Nihal Yeğinobalı’nınkidir (1927). Yayınevine, Vincent Ewing isimli bir Amerikalı yazarın Genç Kızlar romanını İngilizceden çevirdiğini söyleyen yazar, aslında kitabın sahibidir. İçerdiği cinsel öğelerle 1940’larda bir genç kızın böyle bir kitap yazması haliyle büyük bir tepki çekecektir ve kitabın basılması mümkün olmayacaktır. Roman bir çok kez basılırken işin aslı seneler sonra anlaşılır. Vincent Ewing’in Genç Kızlar’ı çeviri bir kitap kandırmacası olarak edebiyat tarihine geçer.
![]() |
Tomris Uyar |
Tomris Uyar ise uzun yıllar “R. Tomris” takma adını kullanmıştır. “R”nin ne olduğunu bir söyleşisinde şöyle açıklar: “Benim göbek adım yok. Ama olsaydı herhalde babaannemin adı Refia olurdu. Tiyatrocu Sermet Can, ‘R’nin Richard olduğunu ileri sürmüştü ama değil.” 1978’de ilk kitabı Eski Bahçe’yi yayımlayan Tezer Özlü’nün, aynı yıl Ossip Piatnizki’nin Bir Bolşeviğin Anıları adlı kitabını Tuncay Gökmen takma adıyla çevirdiğini de hatırlatalım. Halide Edip Adıvar’ın da Salih Zeki müstearıyla yazdığı söylentisini bunlara ekleyebiliriz.
Yazarın tek kimliği: Yazarlık
Bugün kadın yazarlar yayıncılık endüstrisinin kimi alanlarında hâlâ eşitsizliğe maruz kalabiliyor. Kimi zaman kendi istekleri kimi zaman da yayıncının teklifiyle erkek adı kullanan kadınların bu tercihi sona ereceğe pek benzemiyor. Tomris Uyar’ın şu tespiti tartışmaya noktayı koyuyor diyebiliriz: “Kadınlık ne bir ırktır, ne bir sınıf. Kadın yazar, karşılaştığı güçlükleri, sadece cinsel sorunlara bağlamazsa, her şeyin ancak düzen değiştiğinde değişeceğine inanıyorsa, anlattıkları kadın-erkek herkes için geçerlidir. Yazarın kadını-erkeği yoktur Türkçesi. Yazarın tek kimliği vardır: O da yazarlıktır. Bu ayrım erkeklerin kendilerine ayrıca bir pay çıkarma cakasına bağlanır.”
Kitap Zamanı
4 Ağustos 2014
http://www.zaman.com.tr/kitap-zamani_kadinin-adi-yok-romani-var_2235723.html
Yorumlar
Yorum Gönder