Yazar, eleştiriye cevap vermeli mi?


Amerika’nın saygın gazetelerinden New York Times, geçtiğimiz hafta “Yazarlar eleştiriye cevap vermeli mi?” başlıklı bir tartışmaya yer verdi. Kötü bir eleştiri almanın artık elit bir deneyim olmadığına değinen yazar ve editör James Parker, her yazarın bu türden bir süreçle baş başa kaldığını belirterek, şöyle bir uyarıda bulunuyordu: “Hayır, hayır, bin kere hayır! Bir yazar kendi hakkında çıkan eleştirilere asla cevap vermemeli, o göz alıcı yalnızlığına doğru yükselmeli. Fakat bu, bazen mümkün olmayabilir.”

Her yazar, kitabı hakkında eleştiri yazılmasını ister. Fakat olumsuz eleştiriye karşı kimileri tahammül edemeyip karşılık vermenin telaşını yaşarken kimileri de kayıtsız kalır. Truman Capote’ye “Eleştirinin yapıcı etkisi var mıdır sizce?” diye sorulduğunda yazarın cevabı gayet manidardır: “Bir eser yayınlanmadan önce fikirlerine güvendiğiniz biri­sinden aldığınız eleştirinin tabii ki yapıcı etkisi olur. Ama yayınlanmasından sonra eser hakkında sadece övgüleri duyma­yı ya da okumayı isterim.” Önyargılı eleştirilere kulak tıkanması gerektiğine değinen Capote, bir öneride bulunarak şöyle devam ediyor: “Hakkımda yazılmış en ağır iftiraları bile okurken kılım kıpırda­maz. İşte benim tavsiyem; asla ama asla bir eleştirmene cevap vererek kendinizi küçük düşürmeyin. İstediğiniz kadar hayali mektuplar yazabilirsiniz ama sakın düşündüklerinizi kâğıda dökmeyin.”

Capote’nin bu önerisi aklımızın bir köşesinde duradursun, Selim İleri, yazınsal eserlerin zaman içinde değişen değerlendirilişleri üzerine geçtiğimiz günlerde iki yazı kaleme aldı. Bir tarafta yayımlandıkları dönemde yerden yere vurularak elenen kitaplar, diğer tarafta yazarın deyişiyle “zamanında göklere çıkarılmışlar, yer yerinden oynamış…” eserler. Kitaplar hakkında değerlendirmelerin zaman içerisinde nasıl değiştiğine değinen İleri, yazısına şöyle devam ediyordu: “Adını vermeyeceğim bir roman için, adını vermeyeceğim bir yazarımız, “Türk romanı bu yapıtla kurtuldu” demiş. O güne kadar yazılmış olanlar, koskoca bir birikim, tek cümlede çöp sepetine! Akıllara durgunluk verici ama öyle.”

James Parker, andığmız yazısında, arkadaşıyla bir şeyler içerken, yan masada birkaç hafta önce kendi kitabı hakkında bir gazetede kötü eleştiri yayımlayan dostunun yaşadıklarını da paylaşıyor. Parker’ın arkadaşı, kitabı hakkındaki eleştiriyi yazanı işaret ederek, “Ona bir şey ısmarlayayım” der ve sonra “Yok bekle, yüzüne bir yumruk atayım” diye devam eder. Bu kızgın yazar, sonunda sessizce kalakalır. Parker, “Ne benim ne de onun nasıl hareket etmemiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu.” diye aktarıyor.

Her yazarın eleştirmenlerle kurduğu ilişki farklı bir zeminde sürerken, Marquez de tıpkı Capote gibi eleştirmenlerle çok da iyi geçinen bir yazar değildi. Kendi deyişiyle “Eleştirmenlerin hakkımda ne düşündüğü ilgilendirmi­yor beni, yıllardır yazdıklarını da okumuyorum. Kendi kendile­rine okurla yazar arasında bir aracı görevi tanımladılar. Ben her zaman çok açık ve titiz çalışan bir yazar olmaya çalıştım ve eleş­tirmen aracılığına gerek olmadan okura doğrudan ulaşmaya çalıştım.”

Olumsuz eleştiriye karşı yazarların genelde sessiz kalmayı tercih ettiğini söylemek mümkün. Fakat hangisinin doğru bir karar olduğunu söylemek zor. Belki de tıpkı Parker’ın kitaplarına kötü eleştiri yazarak incittiği yazarlara hitaben “eğer bir gün karşılaşırsak, bana bir şey ısmarlayın ve yüzüme bir yumruk atın” önerisine kulak vermek lazım!

Musa İğrek, Londra
Zaman Gazetesi
25 Aralık 2014


Yorumlar