Kutulara hikâyeler biriktiren sanatçı


Bileti yolculuğa, kartpostalı mekâna tercih eden bir sanatçı. Amerika'nın dışına hiç çıkmadı. Bu bilinçli ve münzevi tercihi, sanat eğitimi almamasına rağmen, onu kendi şiirsel dünyasında sonsuz işler üretmeye yöneltti. Deneysel kısa filmleri için Salvador Dali'nin “Bu fikirleri benim bilinçaltımdan çalmış!” dediği aktarılır. Ürettiği küçük boyutlu eserler, çok yönlü şiirsel evrenini hemen ele verirken, herkes onu bu kutularından tanıyor. Amerikalı sanatçı Joseph Cornell'in (1903-1972) kutular, kolajlar ve filmlerden oluşan bu seksen eseri İngiltere'nin başkenti Londra'nın en önemli sanat mekânlarından Royal Akademi'de sergileniyor. Cam kapaklı kutuları birer düş atölyesine dönüştürmesiyle ünlü Cornell'in, Amerika, Avrupa ve Japonya'dan çeşitli koleksiyonlardan derlenen Wanderlust (Yolculuk Tutkusu) adlı sergisi, sanatçının 35 yıl sonra Avrupa'da açılan ilk derli toplu işlerinden oluşuyor.

Dört ayrı bölümde sergilenen eserler arasında sanatçının en bilinen Museums, Aviaries, Soap Bubble Sets, Palaces, Medici Slot Machines, Hotels ve Dovecotes adlı serileri ve işleri yer alıyor. Cornelle'in gündelik nesneleri kendi dünyasında harmanlayıp düşsel bir alana taşıdığı eserlerinde, aklınıza gelebilecek her türden nesneyi görmek mümkün. Kâğıttan balerinler, kuşlar, gazete parçaları, kitaplar, biletler, haritalar, pusulalar, yüksükler, ilaç kutuları, yıldızlar ve gökyüzü onun malzemeleri arasında. Sanatçının nesnelerle kurduğu bu ilişki Walter Benjamin'in “Yaşamak iz bırakmak demektir... İç mekânda... üzerlerinde gündelik kullanım nesnelerinin izlerini taşıyan sayısız örtü, astar, kılıf vardır. İkamet edenin izleri de mekâna nakşolur…” sözlerini akla getiriyor.

EDEBİYATA DÜŞKÜN BİR SANATÇI

Sanatın sadece tuval üzerine renklerle yapılmadığı fikrine erken yaşlarda kapılan sanatçı, sürrealizmle karşılaşmasıyla, 1930'ların başından itibaren geceleri herkes uyurken elinde makasla kolajlar üretmeye başlar. Etrafında görüp ilgisini çeken her şeyi biriktirmeye meraklı Cornell, bu uğraşla bir nevi kendi kişisel arşivini oluştururken, bunları küçük kutularda çeşitli hikâyelere dönüştürür senelerce. Döneminin sanat akımlarını ilgiyle takip etse de kendi sanat yolculuğunda herhangi bir gruba dahil olmaz. Marcel Duchamp, Robert Motherwell, Andy Warhol ve Dorothea Tanning gibi isimlerle yakın arakadaşlık kurar. Cornell'in bu dünyanın kalabalığından ve gürültüsünden ayrı kalmasının bir nedeni vardır. Annesinin temizlik ve düzen takıntısından uzaklaşmak için bodrumda çalışmaya başlar. Burası onun için huzurlu bir mekândır. Utangaç bir yapıya sahiptir ve sanatın pazarlama kısmından da hiç anlamaz fakat Japon sanatçı Yayoi Kusama'nın posta kutusuna her gün aşk mektupları bırakacak kadar tutkuludur.

Cornell'in edebiyata olan düşkünlüğünden de söz etmemek olmaz. Marianne Moore ve Susan Sontag gibi yazarlarla dostluk kuran sanatçı, çeşitli işlerinde edebiyattan ilham alır. Goethe'nin Genç Werther'ın Acıları ve Emily Dickinson'a ithaf ettiği Toward the Blue Peninsula (Mavi Yarımadaya Doğru) adlı eserleri sergideki işlerden. Orhan Pamuk “Masumiyet Müzesi'nin ilham kaynakları” başlıklı yazısında eşyalarla olan şiirsel ilişkisinden söz ederken, Cornell'e de gönderme de bulunur: “Hollandalı ressamların natürmortlarını, hayatın geçiciliğini kurukafalarla, saatlerle, eriyen mumlarla şiirselleştirerek ve sembol haline gelmiş eşyalarla hissettiren vanitas tarzı resimleri, 18. yüzyıl Fransız ressamlarının en parlağı Chardin'i, Cézanne'ın ‘natürmort' resimlerini, Balthus, Duchamp ve otel adlarının gizli şiirini ortaya çıkarmayı bilen Joseph Cornell'i çok severim.” Sanatçının sergideki Museum (Müze) adlı eseri ise müzelerdeki “bak ama dokunma” ikazına gönderme yaparken sanatseverlere kutunun içindekileri dinleme fırsatı veriyor.

Pek çok yazara ve sanatçıya ilham olan Cornell, geride büyük hikâyelerin yer aldığı küçük kutular bıraksa da ablasına ölmeden hemen önce “Keşke bu kadar münzevi bir hayat yaşamasaydım.” demesi, hüzün vericidir. Cornell'in bu şiirsel dünyası 27 Eylül'e kadar açık kalacak.

Yorumlar