Huzursuz edici bir dünyanın sınırlarında


Savaşın ayrı düşürdüğü hayatlara giderek daha da alışıyoruz. Seneler öncesinde Lübnan’da şimdilerde ise Suriye’de… Güncel sanatın önemli ismi Mona Hatoum da savaş nedeniyle zorunlu bir sürgün yaşayanlardan. İngiltere’nin başkenti Londra’daki Tate Modern’de açılan retrospektif sergisiyle çatışma ve çelişki arasında, sanatseverleri huzursuz eden işlere davet ediyor. Hatoum’un 35 yıllık sanat üretimini bir araya getiren sergide, 1980’lerden bu yana video, yerleştirme, heykel ve kağıt üzerine yapılmış eserler var.

Lübnan’da iç savaşın çıkmasıyla göç etmek zorunda kalan Hatoum, 1975’ten beri Londra’da yaşıyor. Çağdaş sanatın en önemli isimlerinden biri olan Hatoum’un 2012’de İstanbul Arter’de ‘Hâlâ Buradasın’ adlı bir sergisi açılmıştı. Pek çok önemli koleksiyonda ve müzede eserleri yer alan sanatçının Tate Modern’deki retrospektifi izleyenleri arzu ve tiksinti, korku ve hayranlık gibi çelişkili duygularla karşılıyor.
Hatoum’un işleri anlam olarak çok katmanlı. İzleyicinin sanatçının asıl derdini anlamakta zorluk çektiğini söylemek mümkün. İşlerine biraz daha aşina olduktan sonra bu katmanlar bir bir açılıyor. İşlediği temalar ve üretkenliğiyle şiirsel ve muhalif bir dile sahip olan Hatoum’un eserleri çatışma ve çelişki arasında gidip gelmekte. Mekan ile konuşan bir sanatçı Hatoum. Sıradan nesneleri kendi güvenli alanından çıkararak onlara hakkında sıradışı bir düşünme eylemine girişmemizi istiyor. Sanatındaki bu karşıtlıklar başka bir deyişle yıkım ve yeniden inşa etmeler Hatoum ve izleyicisi arasında bir diyaloğa dönüşüyor.

ANNEYLE ‘SÜRGÜN’ SOHBETİ

Hatoum daha çok büyük ölçekli eserleriyle tanınıyor. Ayak bileklerine bağladığı çizme ile Brixton’ın sokaklarında gezerken çektiği ve sergide yer alan video sanatçının önemli eserlerinden biri. Sanatçının annesiyle bir sohbetini kayda aldığı videosu Hatoum’un işlerindeki hikayeci kimliğin özünü ele veriyor. 1988 tarihli bu eseri anne ve kız arasındaki o sıkı ilişkiyi sürgün, yerinden edinme, cinsellik ve savaşın ayırdığı hayatlar teması etrafında dolaşıyor. Üretiminin ilk dönemlerinde bedene odaklanan Hatoum’un işleri video sanatının ayrıksı ve öncü işleri arasında. Süzgeç, peynir ve sebze rendesi gibi sıradan objelere yüklediği anlamlar, huzursuzluk ve acı üzerine odaklanıyor. Sürrealizm ve minimalizme kattığı farklı anlamlar ve karşıtlıklar izleyicileri şaşırtırken, incelikle kurguladığı eserleri ressam Rene Magritte ve felsefeci Michael Foucault gibi isimlerle akrabalık kuruyor.

Seneler sonra yolu Orta Doğu’ya düşen Hatoum, Oslo Anlaşması’nda çizilen ve İsrail ile Filistin arasındaki sınırları gösteren bir harita ile karşılaşır. O da bunu zeytin yağından elde edilmiş sabun kalıplarının üzerine çizer. Sanatçının görüşü, sabun kalıplarına çizdiği bu noktaların tıpkı sınırların kendisi gibi geçici olduğu ve eninde sonunda eriyeceği ve bunların ortadan kalkacağı yönünde. Sergide yer alan bu devasa harita da bu umudun bir göstergesi. Neon ışıklarından yaptığı sıcak nokta adını verdiği dünya küresi sivil ve askeri huzursuzluğa gönderme yaparken, siyah mermer bilyelerden yaptığı kara delikler kaos ve istikrarsızlığa; uzun saçlar kullanarak yaptığı Arap poşusuyla erkek egemenliğine ve kadınlık hallerine işaret ediyor.

Kendisini bir atölye sanatçısı olarak tanımlamıyor Mona Hatoum; farklı durumlarda ve şartlarda çalışmaya alışkın biri. Mekanın kendisine özel ilgi duyan Hatoum “Sanatsal eserler genellikle çatışma ve çelişki ile ilgilidir; bu objenin kendisinde de olabilir.” diyor. Her zaman bir sanatçı olmanın onun açısından en heyecanlı yanının bir sonraki serginin kendisini dünyanın neresine götüreceğini ve ne yapacağımı bilmemek olduğunu söyleyen sanatçı bu belirsizliğin kendisine heyecan verdiğini dile getiriyor. Tate Modern’deki sergi 21 Ağustos’a kadar açık kalacak.

Yorumlar