Yazarlar ne tür okurlar?


İyi okurlar, sevdikleri yazarın yazma biçimleri kadar okuma hallerini de merak eder kuşkusuz. Bu düşünceyle, kimi yazarlara ve şairlere, okuma ritüellerini sorduk. Edebiyatımızın seçkin isimleri, okurken vazgeçemediklerini, saplantılarını, meraklarını anlatıyor. Geçtiğimiz aylarda Türkçede, ismi okuma iştahı uyandıran, zengin çağrışımlı bir kitap yayımlanmıştı: “Kitapla Hayal Etmek” (Metis Yayınları, Eylül 2006). Elaine Scarry’nin bu yapıtı kitapla kurduğumuz ilişkileri değiştirebilecek, okuru zihinde belli imgeleri canlandırma ve hareket ettirmeye davet eden zengin çağrışımlar içeriyordu. Elbette bu çağrışımlar, Scarry’nin yazdığı kadarıyla, edebiyat eleştirisi, felsefe ve bilişsel psikolojiden ibaret değildi. Okurken, kitapla başka şeyleri de hayal ediyorduk: Okuduğumuz eski bir kitapsa, aynı sayfayı okuyanların daha önce neler düşündüğünü, yazarın metni oluştururken neler duyduğunu, hangi tuhaflıkları yaptığını, daha da ilginci, yazarın okurken nasıl biri olduğunu… Kuşkusuz, iyi bir okur, sevdiği yazarın yazma biçimleri kadar okuma hallerini de merak eder, tıpkı okuma listesini merak ettiği gibi. G.K. Chesterton, “Yalnızca vahşi zevk için okumak.” diyordu. Ancak iyi biliriz ki, yazarların okurluğu, her zaman böyle bir haz ilişkisine dayanmıyor. Edebiyat tarihi, görev bilinciyle, para için, kıskançlık yüzünden, aşk coşkunluğuyla, hayal kırıklığıyla okuyan (ve yazan) ustalarla dolu. Sebepleri ne olursa olsun değişmeyen bir gerçek var; yazarların okumaları saplantılı olabilir. Bu düşünceyle biz de ‘yazarın okurluğu’ meselesine odaklandık.

Yazar, saplantılı bir okurdur

Yazarın okurluğu, çok çağrışımlı ve yoruma açık bir başlık; ancak yazarların okuma pratikleriyle birçok ilginç somut örnek konunun ilgi çekici olduğu tezini destekliyor. Eco’nun dediği gibi, kitap kırılgan bir yaratıktır ve bu kırılganlığı en iyi yazarlar anlar. Belki de bu sebeple, yazarların saplantılı okuma hallerini yadırgamamak gerekiyor. Fransız romancı Nathalie Sarraute yapıtlarını tekdüze bir sesle, T.S. Eliot mırıldanır gibi, Dylan Thomas ise vurguları abartarak okurmuş. Hemingway ve Nabokov’un ayakta yazdıklarını söylemek, okumalarının da ne tür ‘tuhaflıklar’ içerdiği hakkında ipucu veriyor herhalde. Plinius gibi halk önünde okumanın yararına inananların yanı sıra, bunu ikiyüzlülük olarak görüp mutlak yalnızlığı şart koşanlar da daima olmuş. Geoffrey Chaucer’ın ısrarla yüksek sesle okuduğu anlatılır. Rilke ise sadece okuyarak sağlığına kavuşmaya çalıştığını yazmıştı bir mektubunda. Okumak, tüm bedenle yapılan bir eylemdir. Alberto Manguel’in Okumanın Tarihi’nde anlattığı, sayfaları yırtmak, ayak parmaklarıyla okumak, illâ ki ayraç kullanmak gibi ritüeller de bu cümleden sayılmalı. Okumanın ritüelleri bol: Anlam için/harflerin güzelliği için okumak, sessiz/yüksek sesle okumak, altını çizerek/kitabı örselemeden okumak, kitabı koklayarak/uzaktan okumak… Liste uzatılabilir. Yazarın okuma halleri deyince, size okunmasını hayal edip Cemil Meriç’i akla getirebilir veya Çam Dağı’nda sırtını ağaçlara vererek okuyan bir insanı da düşünebilirsiniz.

Uzaklara dalıp giderek okuyan eski zaman şairlerinden bugün kafelerde dizüstü bilgisayarından okuyanlara kadar değişmeyen şey, saplantılar ve tutku. Kimi şairlere/yazarlara okuma ritüellerini sorduk. Okurda o ateşi yakmak için. Bunu başarabilirsek başka ne isteriz ki!

Meraklısına okuma ritüelleri



  • Okumaya başlanacak kitabı birkaç gün bekletip ara ara sayfalarını koklamak 
  • Okumaya başlamadan önce kapak içini okşayarak sabrı için kitabı ödüllendirmek 
  • Yüksekliği ayarlanabilir koltukta; koltuğu yükselterek şiir, indirip koltuğa gömülerek roman okumak 
  • Denize sırtınızı dönerek okumak 
  • Güzel cümleleri mavi, kötü cümleleri kırmızı kalemle çizerek okumak 
  • Metin sıkıcıysa masada bacakları sallamak, iyiyse nefesi tutmak 
  • Sevdiğiniz (bir) insanın -tercihen bir öykü kitabını- size okuması 
  • Sahaftan bir kitap alıp o kitabı daha önce elinde tutanların aynı sayfaya bakarken neler düşünmüş olabileceğini hayal ederek okumak 
  • Bir elinizle kitabı, bir elinizle de okuduğunuz sayfayı tutarak okumak 
  • Şairler için: Masada şiir, yatakta roman / Romancılar için: Masada roman, yatakta öykü / Öykücüler için: Masada öykü, yatakta şiir / 
  • Herkes için: Yolculukta deneme kitapları okumak

Erhan Bener: Kitap çizmeyi saygısızlık sayıyorum


Sabah kahvaltıdan sonra bilgisayar başında çalışmaya başlıyorum ve bu çalışma akşam yemeğine kadar devam ediyor. Okumalarıma ancak akşam yemeğinden sonra, hafif uzanarak başlıyorum. Ağır kitapları ise masa başında okuyorum. Kitapları çizme gibi bir âdetim yok, ders çalışırken bile çizmezdim, bunu biraz saygısızlık sayıyorum. Kitapları okurken kâğıtlara veya ayrı bir deftere not alırım. Başucumda çoğu zaman dört beş kitap bulunur, içinde roman, inceleme, şiir ve araştırma olur, akşamki ruh halime göre hangisi beni çekerse onu okurum. Okumadan evvel kitabı bir karıştırırım, zamanında çok kitap okuduğum ve başladığım kitabı bitirmek gibi bir alışkanlığım olduğu için, bu yaştan sonra zor beğeniyorum artık. Kendi kitaplarımı basıldıktan sonra ve yeni bir baskısı yapılacaksa okurum. Kitabım ilk çıktığında ise, onun matbaa kokusu çok hoşuma gitmişti.

Orhan Okay: Şiir okumada şartlar ağır olur

Okumanın yeri, zamanı ve diğer şartları okuyana göre değişir. Benim için türlere ve günün saatlerine ayrılmış bir okuma şekli yoktur. Çok defa birkaç kitaba birden başlarım, bu okumaların her biri ayrı yerlerde ve ayrı saatlerde varlığını sürdürür. Nispeten hafif kitaplar (hikâye, roman, deneme vs.) için otobüs, metro veya yatarken uykuya yakın saatler olabilir. Not almam gerekiyorsa masa başında olurum. Bu gibi okumalarımda bazan bir bilgiyi tahkik için kaynaklara, başka kitaplara baktığım da olur. Altını çizmekten ziyade önemli veya bana göre aykırı, yanlış gördüğüm yerlerde kitap kenarına kurşunkalemle X koyup küçük açıklamalar yaparım. Yavaş okurum, bazan gerilere de dönerim. Sessizlik aramam. Şiir okumada şartlar ağır olur. O zaman yalnız olmayı ve yüksek sesle ve çok tekrarlarla okumayı tercih ederim.

İnci Aral: Kitaplara dokunmaya karşı bağımlılığım var


Türlere göre farklı yerlerde okumalarım olur. Araştırma, inceleme ve tarih gibi kitapları masa başında, not alarak okurum. Edebiyat, şiir, öykü ve roman gibi türleri yatakta, yastıklara dayanarak rahat bir şekilde okumayı tercih ederim. Bu şekilde okurken bile, yanımda kâğıtlar kalemler eksik olmaz. Yolculuklarda fazla hacim olarak ağır olmayan, daha çok şiir ve öykü kitaplarını seçerim. Akşamüzeri ve gece arasında genellikle şiir okurum, çünkü bayağı duyarlı olduğum bir saattir. Yeni kitaplara dokunmaya karşı bir bağımlılığım var, onların kokusunu hissetmeye çalışırım. Hatta okuyamayacağım kitabı bile elime alır, koklarım. Kitaba not almaya çalışırım. Arka sayfalardaki boş yapraklara kitapla ilgili düşüncelerimi, bazen renkli not kağıtları üzerine yazarak, yapıştırırım. Genellikle çok sevdiğim kitapları eskiden çok fazla çizerdim, şimdi ise kıyamıyorum, hatta onların yerine yenilerini aldım. Bir anda birkaç kitap okurum. Bunlar genellikle farklı türlerdeki kitaplar olur. Edebiyat, araştırma, inceleme türünden kitapları bir arada, günün farklı saatlerinde okuyorum. Kendi kitaplarımı ise okuyamıyorum. Uzun bir süre geçmesi gerekiyor. Çalışırken o kadar çok üzerinde uğraşmış oluyorsunuz ki adeta ezberliyorsunuz, bundan dolayı kitaplarımı okumaya gelince sıkılıyorum.

Hilmi Yavuz: Beyaz kâğıtta okumanın hazzı

Okuma konusunda hiçbir ritüelim yok. Ben biraz da iştahlı ya da obur bir okurum. Her yerde ve her koşulda her şeyi okuyabilirim. Çocukken, caddede sağlı-sollu dükkan ve başka tabelaları da okurdum. Hâlâ bazı tabelalar aklımdadır: Karaköy’de: ‘Avukat Volf Çernis’; Zara’da: ‘Terzi Kalust Tırtır’; Siirt’te: ‘Berber A.Bari Ülgen- A.Tan’. Büyükada’da ‘Balıkçı İzak ve Avram Monguldar’... Bunlar neredeyse 60 yıldan beri bellekte kalanlar... Türlere göre, özel okuma zamanım yok. Ama, eğer haz duyarak okuduğum bir metinse, o zaman kendime sütle yapılmış ve kahvesi az bir neskafe koyar, tercihan bir flüt ya da keman parçasını dinlerim. Bilgisayarda yazdıklarımı okurum, ama mutlaka bir de ‘çıktı’ alırım. Bir yazıyı, beyaz kâğıtta okuyup, onu kalemle düzeltmenin hazzını hiçbir şeye değişmem... Kendi kitaplarımı okurum. Başka metinlerden sıkıldığım ya da canımın bir şey okumak istemediği zamanlarda... Kendi kitaplarım, özellikle de ‘defterler’, bana daima iyi gelir... Okuduğum kitaplara gereken özeni gösteririm. Eski bir ‘karşı-deneme’mde, kitabı 90 dereceden fazla açmadığımı yazmıştım. Doğrudur. Ama gene de, önemli bulduğum cümlelerin yanına, belli belirsiz bir ‘v’ işareti koymaktan da kendimi alamam... Ve, birkaç kitabı birlikte okurum...

Cemil Kavukçu: Bende kitap kokusunun yeri ayrı


Kitabın altını çizmektense deftere alıntılar yapmayı tercih ediyorum. Bu sadece evde masa başında okumada yaptığım bir durum. Kent yolculuklarında, otobüste, metroda okumaya çalışıyorum. Not edeceğim kitapları evde okurum. Yoğunlaştığım kitabın dünyasından uzaklaşacak bir şey yapmıyorum, küçük molalar verip, mesela Sait Faik’ten bir öykü, başka bir kitaptan şiir okuyorum. Türler değiştikten sonra biraz soluk alma, biraz da dinlenme oluyor, bu küçük molalar benim için. Kitapevlerinin, kütüphanelerin, yeni çıkmış bir kitabın ve tozlu kitapların kokusunun, ayrı bir yeri vardır bende, kitapla özel bir ilişki yaşarız adeta. Sayfaları karıştırmak, arka kapağına bakmak, bir kitabı okumadan önce, yaptığım hazırlıklar. Kendi kitaplarıma gelince, onları okumam. Hatta bununla ilgili bir düşüm var; ‘oturup yazılış sırasına göre tüm kitaplarımı okumak’, bakalım gerçekleştirebilecek miyim?

Fatma K. Barbarosoğlu: Yavaş yavaş okunur, renk renk çizilir


Okumak bir haldir ve bütün haller gibi havf ile reca arasında geçer. Kitapların zamanı vardır. Önce zamanlarına göre ayrılır kitaplar: Beş dakikalık, on dakikalık ve kesintisiz zamanların kitabı. Bir şiir kitabı ayakkabılığın üzerine yerleştirilir mesela. Sanki unutulmuş gibi. Değil aslında. Her kapı çalışta otomatiğe basılıp, gelmekte olanın yukarı çıkacağı zamana kadar okunacak bir şiir için demlenmektedir kitap orada. Günde en az beş defa o kitap oradan alınır iki dakika içinde, bir sayfa açılır ve tane tane okunur. İki dakika işte o an 48 saate denktir. Zaman genişlemiştir. Şiirler de iki türlü okunur. Kahramanlar için okunacak şiirler, beni benden kurtaracak şiirler. Kahramanlar için okunacak şiirler için kitaplara gidilir. Beni benden kurtaracak şiirler gelir. Bir ihsan olarak gelir. Ya şairi imzalayıp göndermiştir ya da bir dostun kütüphanesinde ayaküstü bakılırken, şöyle bir şiir kitabı seçilip, tefe’ül edilmişken. Bir ihsan olarak gelmiş ve beni bulmuş kitaplar bütün bir sene okunur. Okunur. Okunur. Yılın sonunda şöyle bir kayıt düşülür: Şeyh Galip ile yanılan yıldı. Ya da Turgut Uyar’ın yeniden keşfiydi. Ya da bütün sene bir mısra idi aslında: “Çırpını çırpını giden atlardan indik” Öyküler can suyudur. Zor geçecek bir güne direnmek için ille de öykü. Öykü merhemdir çünkü. Hem yazan için, hem okuyan için. Sabah sabah kahvaltı hazırlanmak için girilmiş mutfakta; hemen zeytinlerin, peynirlerin yanı başında bir öykü okunuverir. Tamam olmuştur işte. Öyküden hoş bir name kalmıştır. Gün boyu o name dünyanın bütün kırıcı incitici seslerinden koruyacak bir dost olarak içinizde dolaşmaya devam edecektir. Kesintisiz zamanların kitapları için ille de defter, ille de içi renk renk yumuşak uçlu kuru kalemlerle doldurulmuş bir kalem kutusu gerekir. Yavaş yavaş okunur. Renk renk çizilir. Dışardan görenler okumuyor da resim yapıyor sanabilir. Beis yok. Her yerde yazabilirim. Her yerde okuyamam ama. Ses ve gürültü altında yazabilirim. Ses ve gürültü altında okuyamam asla. Yazmadan yaşayabilirim. Okumayandan. Bilmiyorum. Hiç kitapsız kalmadım.

İbrahim Yıldırım: Gerçek edebiyatı ‘hızlı’ okumam

Hiçbir okuma ritüelim yok. Her yerde, her zaman okuyabilirim. Satırların altını çizmem ama bazen sayfa kenarlarına not alırım. Yazarlığın dışında mesleğim reklamcılık… Dolayısıyla bazıları için gereksiz sayılabilecek bir sürü şeyi öğrenmem gerekiyor; hem de çok sık! Bundan dolayı kendimce bir hızlı okuma yöntemi geliştirdim. Ancak bu yöntemi gerçek edebiyat yapıtlarına uygulamam. Kendi kitaplarıma zaman zaman göz attığım olur. Geceleri de yazan ve okuyan biriyim. Tür ayrımı yapmam. Önem verdiğim kitapları okumak için, daha sessiz olduğu için geceyi yeğlerim. Bu, şiir de, felsefe de, roman da olabilir. Birkaç kitabı bir arada okuduğum çok olmuştur. Kimi zaman hızlı okuma yöntemiyle günde iki kitap bitirdiğim olur. Ama bunlar kesinlikle gerçek edebiyat yapıtları değildir.

Selçuk Altun: Kitabı hem koklar hem okşarım

Daha yoğun okuyabilmek için ilk fırsatta emekli oldum. Okumak, okumak ve ara sıra yazmak için tuttuğum bir ofisim var Gümüşsuyu’nda. Aynı anda en az üç kitap okurum. Güne kesinlikle şiirle başlarım. Şiir bana yaşam sevinci aşılar. Katı bir okuma ritüelim yoktur ama geceleri yatakta roman veya yaşamöyküsel yapıtlar okuyarak sızmayı yeğlerim. Okyanus aşırı uçak yolculuklarına, kesintisiz okuma şansı sağladığı için de, bayılırım. Sahaftan aldığım bir kitaba sıra gelmişse onu hem koklar, hem okşarım. Aforizmasal dizeler yakalarsam onları kelepçelerim. Okuma kıvılcımı; benimsediğim bir yazar veya şairin yeni kitabının çıktığını öğrenme veya ıskaladığım bir yapıtın izine rastlamayla çakılır.

Haydar Ergülen: Roman okurken kitap elimden düşüyor

Rahmetli Ece Ayhan, son yıllarında yazdığı dergilerde ‘Ayağa Kalkanlar’ diye bir liste yapmaya başlamıştı. O ay ya da o hafta, sanatta, edebiyatta, siyasette önemsediklerinin adlarını belirtirdi. Soruşturma sorunuz gelince nedense bunu hatırladım. ‘Başucu kitapları’ deyimi, bana biraz da yatakta okunan kitapları çağrıştırır. Kediler, köpekler, kuşlar, bitkilerle, yani insan hariç cümle mahlukat ve nebatatla ilgili son yıllarda sayısı sevindirici bir biçimde artan kitapları gece yatakta okuyorum. Kim bilir belki de bu onların saflığı ve doğallığıyla dolu güzel rüyalar görme isteğimdendir. İnceleme, araştırma kitaplarını, eski bir alışkanlık olarak, hâlâ ders çalışır gibi, elimde kalem, altını çizerek, masamda okuyorum. Şiiri ise her zaman, her yerde okuyabilirim, koltukta, masada, uzanmışken, yolculukta, kafede, vb. Fakat yalnızca masa başında yazabilirim. Hikayeyi de tıpkı şiir gibi okuyorum. Romana gelince, işte orada işler biraz karışıyor, uzanarak okuyorum, fakat gündüz de olsa, mutlaka uykum geliyor, kitap elimden düşüyor. Galiba son yıllarda çok az roman okumamın sebebi bu. Doğrusu bundan da pek şikayetçi olduğumu söyleyemem. Dergileri hemen okuyamıyorum, önce şöyle bir karıştırıyorum, önce şiirleri okuyorum, sonra zaman içinde diğer yazıları.

Özcan Karabulut: Kurşunkalem ve masa lambası


İşim gereği sık sık yolculuk yaptığımdan her yerde, her durumda (evimdeysem çalışma masamda, yollardaysam koltukta, otel odasındaysam yatağımda) kitap okuyorum. Bulunduğum ortama ve mekana göre kitabı okuduğum açılar değişir: Kitabı 90 derecelik bir açıyla okuyabildiğim gibi, 180 derecelik bir açıyla da okuyabilirim. Kitap okurken ihtiyacını duyduğum iki şey var: Kurşunkalem ve masa lambası. Ne yazık ki, her ikisi aynı anda olmuyor her zaman. Her cümlenin değil ama beğendiğim cümlelerin altını çizerim. Bazen okuduklarımla ilgili notlar aldığım olur. Türlere göre özel bir okuma zamanım yok. Öykünün bende ayrı bir yeri var, doğal olarak. Günün herhangi bir bölümünde öykü okuyabilirim. Son beş altı yıldır düzenli olarak roman okuyorum. Şiir için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gazetesiz bir dünyayı düşünemem bile. Her sabah gazete okurum. Çalışma günlerinde nerdeyse tüm gazeteleri, hafta sonlarında ise üç dört gazete okurum. Uzun zamandır birçok kitabı bir arada okuduğumu söylemeliyim. Bir kitaptan ötekine geçtiğimde, bir alandan başka bir alana geçmiş olurum. Bu beni dinlendirir, yeni kitaplar okumak için harekete geçirir. Kitabı koklamaktan çok, kitaba dokunmaktan hoşlanırım. Yeni bir kitabım yayımlanmışsa kısa okumalar yapar, kitabın sayfaları arasında dolaşırım, o kadar. Sonra araya edebiyat dergileri, başka türden kitaplar, başka okumalar girer.

Mehmet H. Doğan: Mürekkep kokusu yorgunluğumu giderir

Daha çok koltukta ve gece yatarken okurum. Türler için okuma zamanım yoktur. O gün dergiler çıkmıştır, özellikle onları okumaya çalışırım. Yolda şiir ve roman, biraz da dergi okumayı severim. Birkaç türü aynı anda okurum. Başucumda devamlı okuduğum birkaç eser vardır, bu roman, şiir veya dergi olabilir. Eğer bir kitap ağır gelmişse veya sıkılmışsam diğer kitaba geçerim. Bu tür değişik okumalar, insanı çıkmazlardan korur. Bir yerde kitap ilerlemediği zaman diğer bir türe geçmek okumayı kolaylaştırır. Kurşun kalemle derkenar dedikleri kitabın kenarına veya kitabın sonunda boş sayfalar varsa, ileride yazacağım eleştiriler için not alırım. Özellikle yeni kitaplarım geldiğinde, o kitaptan aldığım mürekkep kokusu, bütün yorgunluğumu giderir. Kendi kitaplarımı yeni baskılarından evvel, dizgi yanlışları veya düzeltmeler için yeniden okurum. Çok hızlı okumam ve hızlı okuma kursları gibi faaliyetlere de hiç inanmam.

Enver Ercan: Kitabı kıvırıp cebime soktuğum da olur

Eskiden satırları çizmek gibi bir alışkanlığım vardı, bıraktım: İçselleştirememişsem öylece orada kalıyordu. Yine de zaman zaman not alıyorum. Kitabı iki biçimde okursam anlayabiliyordum: Otobüste, orta kapının boşluğunda ve evde yere uzanarak. Bu olanakları yitireli beri (şimdi evim iskelenin tam karşısında ve evde her şey üst üste!) 5-6 yıldır masada okuyorum. Artık bir çalışma masası edinmenin zamanı geldi aslında. İyiden iyiye istiyorum sanki. Kitabı evire çevire okurum, kıvırıp cebime soktuğum da olur. Çok hırpalamam gerçi. Zaten kitaplığımda kalması gerekmiyorsa, okuyacağını bildiğim birine veririm. Arşiv duygusu pek yoktur bende. “Hiç” desem daha doğru: Yayımlanmış kitaplarımın ve yayımladığım kitap ve dergilerin bile elimin altında tam takım örneği yoktur. Gerektiğinde satın aldığım da olur. Sanırım, geriye bakmadan, “şimdi ne yapacağım?” sorusuyla yaşayan biri olmamdan kaynaklanıyor bu durum; bir beyhudelik duygusu; korkusu da denebilir. Bir psikiyatrın yorum yapmasına gerek yok: Çocukken dedemi çok severdim; eline geçen her şeyi özenle saklamak, biriktirmek gibi bir alışkanlığı vardı; eğri çivileri bile. Ama öyle güzel hikayeleri vardı ki! Öldüğünde hepsini kapının önüne koydular. Çatlak bir parfüm şişesini kurtarabildim. O gün bugün bende durur.

Ömer Lekesiz: Kitabı hırpalayarak okuyorum


Kitap okumak, rızkımı kazanmaktan arta kalan aktif zamanlarımdaki asli işlerimden biridir. Kitabı, çalışma odamda okumayı tercih ederim. Çünkü okurken yer yer not alarak, çoğunlukla çizerek, konuya, düşüncelerin çağrışımlarına uygun küçük notlar ekleyerek okurum. Çalışma odamdan uzak kaldığım zamanlarda ise daha önce okuduğum kitapları okumayı seçerim. Kütüphane alışkanlığım yoktur. Bu nedenle ihtiyaç duyduğum kitapları satın alır, onu tekrar elden çıkarmayı düşünmeksizin, hırpalayarak okurum. Bu hırpalama benim için kitapla, yazarıyla aramdaki mesafeyi yok etme, kitaba, yazarının düşüncelerine gereğince nüfuz etme anlamını taşır.

Aydın Afacan: Yeni bir kitabın kokusu...

Eğer bir inceleme konusu yapacaksam bazen altını çizerek okurum. Her yerde okurum; otobüste, koltukta, masada... Türlere göre bir zamanım yok ama, bazen -tam çıkmak üzereyken- bildiğim bir şiiri kitaplıktan bulup okumak “güne başlamak için” iyi geliyor. Şiirlerimi daha çok okurum; bazen de inceleme ve diğer yazılarımı... Yeni bir kitabın kokusu, dünyanın en güzel kokularındandır. Yeni bir yolculuğun kokusudur çünkü, menekşe kokusu, gül kokusu gibi...

M. Erol Kılıç: Seher vaktinde aç karnına...


Kitaplara değer verdiğim için nedense pek altını çizme alışkanlığım yok. Genelde, gazetede, dergi gibi saklamayı düşünmediğim yazıların altını çizer veya makasla keserim. Yollarda daha çok gazete dergi gibi türleri okuyorum, ilgi alanlarım genelde ağır felsefi konular olduğu için dikkatimi yolda çok yoğunlaştıramıyorum. Kolay okunan eserleri yolda okuyorum. Mesela, elime İbni Arabi’nin bir eserini alarak otobüse binmedim hiç. Dikkatimi dağıtmayacak pozisyonda, rahat bir koltukta okumaya çalışıyorum. Sadece kutsal kitaplar veya dua kitapları için okuma adına özel zamanlarım ve hallerim var. Ama normal bir eseri okumak için özel zamanlarım yoktur. Ancak tasavvufi derinlikte olan eserlerin, seher vaktinde ve aç karnına okunması tecrübe edilmiştir, bu sayede farklı lezzetler alınıyor. Kitap objesine içindeki bilgiler doğrultusunda değer veriyorum. Kitabı tamamen arkaya doğru katlamam. Kitabın içeriğine göre, aynı anda teorik-fikrî bir eseri okurken, rahatlatmak bâbında roman veya şiir okuyorum. Zaman zaman kendi kitaplarımı okurum, üzerinden bir vakit geçtikten sonra bir başkasının gözüyle okumakta fayda oluyor. Bazen yazdıklarımızdan istifade ediyoruz. Hızlı okuma gibi faaliyetler sadece herhangi konuyu hızlı arama için geçerli olabilir. Yoksa bir kitabı anlamak ve hazzetmek için okuyorsam hızlı okumuyorum.

Refik Algan: Sabahları felsefe geceleri şiir!

Bence kitaplar 1) Okumak zorunda olduklarım 2) Okumaktan zevk alacağımı düşündüklerim ve 3) Tekrar ve tekrar okunması gerekenler diye üçe ayrılır. Genellikle önemli notları ve alıntıları, kitabın içine değil, okuduğum kitaplar için ayırdığım başka bir deftere yazmayı yeğlerim. Akıl insana der ki, “Felsefeyi sabah, hikaye ve romanı daha sonra ve şiiri de geceleri oku!..” Ne var ki bir kitap insanı bir kez yakaladı mı, onu gece gündüz demeden bir çırpıda okuyup bitiriverir insan. Kitap okuma mekânım ise yataktan mutfağa, oturma odasından çalışma odama kadar değişebilir. Burada hemen şunu da söylemek gerekir ki bir evin içinde giderek çoğalan kitap hacmi, evin maddesel yaşama alanını daraltsa bile, o evin içinde yaşayanların ufuklarını aynı oranda da genişletmez mi? Bir evin zenginliği ne o evin mobilyaları ne de konumu vs. ile ilgilidir... Bir evin zenginliği, o evin içindeki kitaplar ve okumaya, çalışmaya ayrılan mekan ile ölçülür.

Yorumlar