Cümle İstanbul minyatür oldu

Şehirlerin ruhuna girmenin yolu biraz da yazarlardan, şairlerden geçer. Kentlerin cümle kapılarıdır adeta. Onları aşıp içlerinden geçtikten sonra sundukları 'şey' tarifsiz bir hal kondurur üzerinize. İstanbul Yahya Kemal'dir, Tanpınar'dır, Abdülhak Şinasi Hisar'dır, Ayverdi'dir... Her biri bu şehre kulak verirken, baştan ayağa "fenâ fi'l-İstanbul" olmuştur. İstanbul'a dair pek çok hatıra, manzara onlarla konuşmuş, İstanbul'un saltanatına eşlik eden surlar, ağaçlar, kuşlar ve yalılar onların kelimeleriyle yeni bir kimliğe bürünmüştür. Meraklısı için kitapların arasında bekleyen bu büyülü dünya, 'İstanbul Minyatürleri' adı altında bir kez daha görünür oldu.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği ve İstanbul'da minyatür geleneğinin önemli ustalarından Cahide Keskiner Atölyesi işbirliğiyle düzenlenen 'İstanbul Minyatürleri' sergisi, Cemal Reşit Rey Sergi Salonu'nda (CRR) sanatseverleri bekliyor. İstanbul'a ait surlar, anıt ağaçlar, kuşlar ve yalılar olmak üzere dört temanın etrafında şekillenen sergide 69 minyatür yer alıyor. İzleyeni bir mıknatıs gibi içine çekecek serginin küratörlüğünü Cem Yavuz Özafşar üstlenmiş. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmeni Ömer Faruk Şerifoğlu'nun ev sahipliğinde gerçekleşen açılışa, usta sanatçı Cahide Keskiner, rahatsızlığı dolayısıyla katılamadı.

İstanbul'un şimdilerde kaybolan o ince nağmesi CRR'de yankılanıp duruyor. Şehir cömertçe nakkaşlara kalbini açarken oradan devşirip sanatseverlere sunulan surlardan içeri giriyorsunuz önce. Bir şehirde dolaştığınızı hayal edebilirsiniz. Cibali Kapısı, Ayvansaray Surları, Topkapı Sarayı, Mevlana Kapı, Muhammed El Ensari Türbesi, kahve-beyaz bir rüya gibi içeri çekiyor insanları. Bu kapılardan girdikten sonra yalılar başlıyor. Aşı boyalı yalıları kuşatan erguvanlar, kuş kafeslerini andıran şirin pencerelerden sızan aydınlık... Sadullah Paşa Yalısı, Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı, Zarif Mustafa Paşa Yalısı, sırtlarını verdikleri İstanbul'la söyleşiyor.

Susan Sontag, "En yüksek sanat, kurulmuş değil, gizlenmiş görünür." der. Minyatürlere çocuksu bir merak içinde yaklaşınca, içlerinde sakladıkları o ince işçiliği, o sonsuz güzelliği görebilirsiniz. Yalılara doğru mesafeyi biraz daha daraltıp kulak verince de yüksek bir sanatla yoğrulmuş medeniyetin izleri sizi içine çekip kaybediyor.

Yalıların ardından sıra İstanbul'un kuşlarında. CRR'nin bir köşesinde cıvıldaşan güvercinler, kızılgerdanlar, üveyikler, arıkuşları, bülbüller, baykuşlar bir ormanın içine çağırıyor. Şehri yuva bilen envaiçeşit kuş tepenizde uçuşurken vaktiyle saraylarda, bahçelerde salınan bu zarif yaratıkları görememenin burukluğu kalıyor geriye. Dertlenmemek elde değil. Kuşların seslerini, ağaçların güzelliklerini çektiği modern zamanlarda eldekiyle yetiniyor insan.

Ve sıra, Tanpınar'ın 'güneşin adına söylenmiş bir kaside'ye benzettiği İstanbul ağaçlarına geliyor. Şehrin panoramasına kattıkları hüzün ve sevinç yüzünüzü okşarken Topkapı Sarayı'nda, Valide Atik Camii'nde, Çengelköy'de, Üsküdar'da, Hidiv Kasrı'nda bir zamanı içinde saklayan dünyaya giriyorsunuz. Öyle ki Semih Kaplanoğlu'nun Bal filminin sonunda koca bir ağacın dibine sessizce sığınan Yusuf gibi karanlıkta kayboluyorsunuz.

Rüyadan uyanmanın vaktidir... Sergide Cahide Keskiner'in yanı sıra Sabiha Bayhan Koç, Zehra Çekin, Tülin Gönültaş, Çiğdem Tunçer, Ebru Kızılırmak, Aynur Gürsoy, Asiye Okumuş, Bahriye Balkaç, Çiğdem Mercan, Esra Altındoğan, Olcay Çetinok ve Nükhet Sağıroğlu'nun eserleri yer alıyor. 18 Temmuz'a kadar gezilebilecek sergiye bir de katalog eşlik ediyor.

Musa İğrek, İstanbul

Zaman Gazetesi

12/06/2010

Yorumlar