Okurun belleğini yönlendiren yazar

W. G. Sebald

Alman yazar W. G. Sebald’ın (1944-2001) akraba yazarlarına baktığımızda Walter Benjamin, Robert Walser, Borges, Calvino, Nabokov, Thomas Bernhard ve Georges Perec gibi isimler görürüz. Aynı gökyüzüne bakan bu yazarlar arasında Sebald’ın biraz ıskalanmış olduğunu söylemek zor olmaz. Araba kullanırken geçirdiği trafik kazasından sonra genç yaşta aramızdan ayrılan yazarın dünya edebiyatına katkıları ise heyecan verici. Pek çok türde verdiği eserler onu ayrı bir yere konumlandırırken yazarın edebi serüveni en az eserleri kadar aykırı.

Avrupa ve Amerika’da Sebald, Göçmenler adlı eserini 1996’da yayımlamasıyla dikkati çeker. Kitabın Türkçedeki ilk çevirisi ise 1999’da çıkar fakat pek ilgi görmez. Aradan geçen zamanda yazarın Austerlitz, Göçmenler, Satürn'ün Halkaları ve Vertigo adlı eserleri dilimize çevrildi. Susan Sontag, yazdığı bir denemesinde, günümüzde bir edebiyat dehasından söz edilecekse Sebald’ın bu kategoride yer alacağından bahseder. Ölmeden önce yayınlanan son yapıtı Austerlitz ile Sebald, Nobel ödülüne yavaş yavaş göz kırpan bir yazar olarak adlandırılmaya başlamıştı.

Iskalanmış bir yazar

Sebald’ın Türkçedeki ıskalanmışlığını bir kenara bırakırsak, okurların, Bilge Karasu üzerine yazdığı ilk kitabı Yazının da Yırtılıverdiği Yer’le tanıdığı yazar ve yayıncı Cem İleri, Okurun Belleği (Everest Yayınları, 2016) adlı deneme kitabıyla oldukça hacimli ve hazmetmesi biraz zaman alan bir Sebald okuması sunuyor. Kitap, daha çok Avrupa edebiyatında görmeye alışık olduğumuz, bir yazarı eserleri üzerinden derin bir okumayla mercek altına alarak, içeriden bir bakış sunuyor. İleri'nin dilindeki sadelik ve bu keşif yolculuğunda ne aradığını bilen bir yazarın varlığı, tüm kitabı kuşatıyor.

İleri ‘edebiyatın özel bir vakası’ olarak adlandırdığı Sebald’ı, Walter Benjamin ile birlikte okurken, bir yandan da Benjamin’e olan hakimiyetiyle dikkat çekiyor. On üç denemenin yer aldığı kitabın başında İleri, “Sebald hakkında konuşmak, daha baştan, özgün tek bir cümle bile üretebilmenin olanaksız olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor” dese de, Sebald üzerine yaptığı bu okumayla cesur ve hacimli bir eser çıkarıyor.

Sebald’ın tarih, bellek, anı, zaman, mekân, travma, soykırım ve göçmenlik gibi konular üzerinde şekillenen yazı evreni İleri’nin deyişiyle yazarın Avrupa düşüncesiyle görkemli bir hesaplaşmaya denk geliyor: "Büyük bir kültürün, yıkımının eşiğinde, geçmişini yeniden anımsaması, defteri kapatmadan önce gerçekleştirdiği son envanter çalışması”. Sebald hastalığına yakalanan dünyadaki diğer yazarlar ve eleştirmenler gibi İleri de yazarın sunduğu bu sonsuz evrenin katmanlarında dolaşıyor.

Eleştiriden kurmacaya uzanmak

Eleştirel metnin kendisine yetmeyip oradan kurmacaya uzanan Sebald’ın bu sakin ve üretken yolculuğu, onun Sontag’ın edebi büyüklük tanımlamasına tüm boyutlarıyla neden sığdığını açıkça gösteriyor. Belki tam da burada onun bu geçişinin daha büyük edebi üretimler getirmesi beklenirken, o vakitsiz göçüşü ‘Sebald hastalığı’nı daha da açıklıyor. İngiltere’nin Norfolk taşrasındaki bir üniversitede öğretim görevlisi olan Sebald’in yazdıklarının bir anda ses getirmesi de malzemesinin özgünlüğüyle açıklanabilir.

İleri, kitap boyunca Sebald’ın edebi yolculuğunda kat ettiği yolları bir bir açığa çıkarırken, Benjamin ağırlıklı bir etki haritasını önümüze sunuyor. Roland Barthes da zaman zaman bu ikiliye eşlik ediyor. Sebald, “Benjamin’de kendi imgesini, kurmak istediği yapıtın karşılığını bulmuş olmalı” tespitinde bulunan İleri, bunun pek çok yazarın düşü olduğunu dile getiriyor. İleri’nin şu uyarısı da önemli “Sebald’ın gerçek bir hikâye anlatıcısı olmadığını, başka bir derdinin olduğunu kabul etmek gerek.”

Yazarın diğer eserlerinden ayrı bir yere konabilecek Austerlitz kitabı çerçevesinde İleri’nin bu tespitleri okuru nasıl bir yazarın beklediğini özetliyor: “Karşınızda bir yazar yok, sizin gibi, başkalarının yazdıklarını okuyan biri var. Okuyan ve her satıra gölgesini düşüren bir okur. Sebald sanki her seferinde şöyle demektedir: Bakınız, altını ben çizdim, vurgu bana ait, italikler benim. Sebald, okurun karşısına başka bir okuru yerleştirerek, sürekli çoğalan bir imge oluşturuyor.” İleri’ye göre, Sebald’ın yaptığı tam da bir okuryazarlık ve bu Benjamin ile kurduğu ilişki biçimiyle açığa çıkıyor.

Görsel malzemeyle metni okumak

Sebald okurları yazarın metinde görsel malzemeye ne kadar düşkün olduğunu bilir ve hatta yazarın görsel bir akla sahip olduğunu kolayca iddia edebilir. İleri de tıpkı Sebald gibi böyle görsel bir anlatıya başvuruyor. Peşine düştüğü yazarı taklit ederek, onun kimliğine bürünmeye çalışıyor, hatta kimi zaman metni dönüştürüyor. Sebald’ta görsellerin metne bir hareket kattığı kesin ve bunlar okurda gerçeklik hissini biraz daha körüklese de kaçının bu görselleri metinle birlikte okuduğu sorusuna cevap bulmak biraz zor. Öte yanda Sebald’ın okura alışık olmadığı bir deneyim sunduğu kesin, kimi zaman zorlu geçen bu yolcukta, (tıpkı Benjamin okumadaki gibi) Sebald adlı okurun belleğine girmek için, Cem İleri’nin kitabı önemli bir rehber. Bu türden yakın okumaların çoğalması, sığlaşan eleştiri dünyamıza pek çok katkı sağlayacaktır.

Yorumlar