Bir diktatörün kütüphanesi

Joseph Stalin

Şüphecilikten yoksun diktatörler, otoritelerini sonsuza dek ellerinde tutacaklarını düşünür. Bulanmış zihinleri, ütopik bir dünyanın hayallerini kurarken, bir taraftan da köhnemiş algılarını besleyecek bilginin peşindedirler. Belki bu yüzden bir diktatörün karmaşık ve bencil hayatını ele verecek her işaret –okuduğu kitaplar ve tuttuğu notlar– değerlidir. Bu ele verişler, kötülüğü tanımlamamızı kolaylaştırır.

Sovyet tarihi alanında yetkin isimlerden Geoffrey Roberts “Stalin’s Library” (Stalin’in Kütüphanesi) adlı kitabında tam da bunu yapıyor. Şaşırtıcı ve oldukça derinlikli, kimi yerde uzun, eserinde kanlı bir tiran, paranoyak bir kişilik, kalpsiz bir bürokrat ve ideolojik bir fanatik Joseph Stalin’in kütüphanesini, kitaplarını ve bunları nasıl okuduğunu araştırıyor. Yüzyılımızın diktatörlerinden Vladimir Putin’in –ABD Başkanı Joe Biden bunu açıkça dile getirdi– Ukrayna’yı işgal ettiği bu günlerde, Roberts’ın kitabı daha da değerli.

Kitlelere yön veren bir propagandacı

Stalin, kitapların kendi hayatında yaşattığı değişime vurgu yaparak, başkalarının hayatlarını kitapla değiştirebileceğine inanan bir kişiliktir. Küçük yaşta onu kitaba yakınlaştıran, Gürcistan’ın başkenti Tiflis’in radikal kitapçılarıdır. Buradaki kitaplar onu sosyalizme kazandırır ve ardından Çarlık Rusyası’nın devrimci tayfasına yönlendirir. Genç bir adam olarak ilk aşkı şiirdir, yurtsever şiirler yayımlar, Soselo mahlası altında; fakat şairliği kısa sürer.

Milliyetçilik ve popülizm alanında başlayan siyasi hayatı, Roberts’ın deyişiyle, kitlelere yön veren bir propagandacı olmasına kadar uzanır. Romantik bir devrimciden kanlı bir politikacıya dönüşen bu iştahlı okur, Marx, Engels ve Lenin (Stalin’in en sevdiği yazar) gibi isimlerin yanı sıra Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Chekhov, Shakespeare, Cervantes, Schiller, Heine, Hugo, Thackeray ve Balzac gibi Rus ve Batı edebiyatının klasiklerini okur. Rusça ve anadili Gürcüce dışında, başka dilde yazılan kitapları, tercüme dışında, okuyamaz. Stalin’in, en sevdiği alan tarihtir, bunu Marksist teori ve kurmaca kitaplar takip eder.



Kitaplıktaki Atatürk, Churchill ve Bernstein

Stalin’in kütüphanesi, Kremlin’den on dakika sürüş mesafesinde, kır evinin tam ortasında, rafları iki sıra kitap alacak kadar derin, dört büyük kitaplığa sahip, 30 metrekarelik bir odadan ibarettir. Roberts, Stalin’in ölümünün hemen öncesine kadar kütüphanesinde yaklaşık 25.000 kitap, süreli yayın ve broşür olduğunu söylüyor. Koleksiyonunda Marx, Engels, Kautsky ve Luxemburg gibi isimlerin dışında çok az sayıda çeviri kitap vardı. Mustafa Kemal Atatürk, Winston Churchill, Eduard Bernstein, Karl Wilhelm Bucher ve Werner Sombart Stalin’in kütüphanesindeki isimlerdi –Nutuk’un Rusçası 1929-1934 yılları arasında dört cilt halinde “Yeni Türkiye’nin Yolu” ismiyle basılır.

Kitaplarının yazarlarına göre değil konularına göre sınıflandırılması isteyen Stalin’e, Sovyet Rusya’da yayımlanan her kitabın iki kopyası, genellikle imzalı olarak, gönderilirdi. Kütüphanesine giren tuhaf kitaplar arasında frengi ve hipnoz üzerine olanlar da vardı. Roberts’e göre, Stalin kitaplarını biriktirirken herhangi bir estetik kaygı gütmez, kitaplar onun için bilgiye giden bir araçtır. Daha da şaşırtıcı olan, Stalin’in ödünç kitaplara karşı bir hassasiyetinin olmaması, zira eline geçen her kitabı, özgürce işaretlerdi, notlar tutardı. Örneğin Sovyet şairi Demyan Bedny, Stalin’in kendisinden ödünç aldığı kitaplara yağlı parmak izleri bırakmasından şikayet ediyordu. Bu yüzden Stalin’e ödünç kitap vermeye hiç meraklı değildi.

Kitaplara iliştirdiği notlar: Saçmalık, çöp, pislik

Stalin kitapların ön, iç ve arka kapaklarına, kenar boşluklarına ve satır aralarına –daha çok kurmaca kitapların– notlar iliştirirdi, bu eylemin Rusça karşılığı “pometki”dir. Okuduğu kitaplara, düşmanlarınınki de dahil, tuttuğu notlar ve açıklamalar özenlidir. Kitaplara renkli kurşun kalemlerle (mavi, yeşil, kırmızı) not alırdı. Okuduğu paragraflar hoşuna gittiğinde, “evet-evet”, “kabul edildi”, “iyi”, “doğru”; hoşuna gitmeyince de “ha ha”, “anlamsız”, “saçmalık”, “çöp”, “pislik”, ve “alçaklar” gibi kelimeler not eden bir okurdu. Kitabın yazarına göre Stalin aktif, ilgili ve metodik bir okuyucu olarak tanımlanabilir. Kitaplara yazdığı notlar onun ilgi alanlarını, düşüncelerini ve metinlere verdiği duygusal tepkileri ortaya koyuyor. Roberts, Stalin’in bu notlarını yazarken, bir gün bu kısa notların bir araştırma nesnesi olarak ele alınacağının bilincinde olduğunu aktarıyor.

Stalin aynı zamanda sıkı bir editördü. Masasına her gün gelen evrakları gözden geçirir ve düzeltmeler yapardı. Kimi kitap projelerinde editörlük bile yaptı –savaş sonrasında elden geçirdiği kendi kısa biyografisi gibi. Dilbilgisi ve imla hatalarıyla karşılaştığında aşırı derecede sinirlenen Stalin, kırmızı kurşun kalemle bunları dikkatlice düzeltirdi. Yazdığı birçok makalesini, konuşmasını, konferansını, broşürünü ve kitapçığını bir ‘entelektüel’ miras olarak gördü –tipik bir diktatörlük alâmeti.

Kanlı bir diktatörün dağılan kütüphanesi

Stalin’in kızı Svetlana, babasının ölümünden sonra parti başkanlığına 1955’te yazdığı mektupta, hükümetin babasının kitaplığının bir kısmını kendisine bırakmasını ister, özellikle Rusya üzerine tarihi kitapları ve çeviri edebiyatını. Fakat bu gerçekleşmez ve hükümet Stalin’in kitaplığına el koyar. Kütüphanenin bulunduğu evin müzeye dönüştürülme ihtimali konuşulurken, bu plandan da vazgeçilir. Diktatörün kitapları böylece Sovyet Rusya’daki kütüphanelere bölüştürülür. Stalin’ın kütüphanesinden 400 kitap Komünist Parti’nin arşivinde kalırken roman, oyun ve şiir koleksiyonu dağılır.

İnsanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı Stalin’in empatiden yoksun bir psikopat olduğunu hatırlatan Roberts, Stalin’in ‘edebi’ dünyasını ve okuma iştahını ele verirken, okumak dediğimiz o eylemin insanı değiştirme gücünün ne kadar sınırlı olduğunu da gösteriyor, zira Stalin tarihin sayfalarında eli kanlı bir diktatör olarak en üst köşelerde yer alıyor.

Yorumlar