Kadın kahramanlar ödül getirmiyor


Kadının edebiyattaki yeri üzerine son dönemlerde kafa yoran pek çok araştırma yayımlanıyor. Amerika merkezli Vida adlı kuruluş her yıl dergileri tarayıp kadın yazarlara ne kadar yer verildiğini ortaya koyarken, rakamlar erkek egemen bir edebiyat varlığına işaret ediyor. İngiliz yazar Nicola Griffith ise kadının bu görünmezliğini, saygın edebiyat ödüllerine odaklanarak geçtiğimiz hafta ortaya koydu. Pulitzer, Man Booker, National Book, National Book Critics’ Circle, Hugo ve Newbery gibi altı saygın ödülün son on beş yılını analiz eden yazar, kadınları konu alan kitapların ödül almasının güç olduğuna rakamlarla dikkat çekiyor. Erkek karakterlerin kadın karakterlere göre ödül alma şansının çok daha yüksek olduğunu belirten araştırma, kadının saygın edebiyat ödüllerinde kendine pek yer edinmediğini açıkça ortaya koyuyor.

Ödüllerden örnek verecek olursak… Man Booker Ödülü, 2000-2014 yılları arasında erkek yazarların erkek dünyasını anlattığı dokuz kitaba giderken, kadınların erkekleri anlattığı üç kitap da ödüle layık görülmüş. Fakat, bu yıllar arasında ‘kadın yazarların kadınları anlattığı’ sadece iki kitap ödül almış. Pulitzer Ödülü ise bu anlamda daha da şaşırtıcı. Araştırma, 2000-2015 yılları arasında kadınları konu alan ve kadınlar tarafından yazılan hiçbir eserin Pulitzer’ı almadığına dikkat çekiyor.

Ödüllendirilen kitapları ve yazarları incelediği araştırmasında Griffith, seçici kurulların erkekleri anlatan kitaplara daha yakın durduğunu dile getiriyor. İngiliz yazar, bu sonucun kadınları anlatan kitapların daha değersiz ve pek de ilginç olmadığı şeklinde de yorumlanabileceğini ekliyor. Bunun yanı sıra bu rakamlar kadın yazarların kendilerine otosansür uyguladıkları veya seçici kurulun kadınları anlatan kitapları sıkıcı buldukları olarak da okunabilir. Griffith’in araştırmasına konu olan diğer ödüllerde de aynı tablo hakim.

Yayıncılık erkek egemenliğine kayıyor

Kadın yazarlara karşı kültürel bir önyargının varlığından söz eden kimi eleştirmenler, pek çok seçici kurulun kadınlardan oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda, tartışma farklı bir boyut kazanıyor. Bunun yanı sıra Nobel’li yazar Mario Vargas Llosa, edebiyatın giderek daha çok kadın işi olduğunu dile getirdiğinde hiç de haksız değildi. Kadın okurların erkeklere oranla çokluğu göz önünde bulundurulduğunda ise bu araştırmanın sonuçları daha da kafa karıştırıyor.

Kadının edebiyattaki azlığını biraz da yayıncılıktaki erkek egemen damara bağlayanlar da var. Kadınların yayıncılık dünyasındaki yeri, özellikle Batı’da, son yıllarda bir hayli gerilere düşmeye başladı, zira pek çok büyük yayınevinin başında erkek yöneticiler var. Fakat, Türkiye’de ise tam tersi olduğunu söylememiz lazım. Büyük yayınevlerinin başında kadın yöneticiler var (Zaman okurları “Türk edebiyatını kadınlar yönetiyor” başlıklı haberi hatırlayacaktır). Böyle bir araştırmanın Türkiye’deki edebiyat ödüllerinde nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor elbette, fakat tartışılacak rakamların çıkacağı kesin.

Türkiye’de olduğu kadar Batı’da da ödül kurumu hep tartışılmıştır. Ödülün yazara hem edebi kariyer hem de satış anlamında itici bir güç oluşturduğu ve yazara pek çok getirisi olduğu ortada fakat, tartışmaların gölgesinde geçen ödüllerin saygınlığını yitirdiği fikri de son yıllarda ağır basmıyor değil. Okur için saygın edebiyat ödülleri bir rehber niteliği taşırken, bunun yerini popülerliğin aldığını söylemek güç değil. Fakat, Griffith’in ödüllerden yola çıkarak önümüze sunduğu bu erkek egemen tablo edebiyat dünyasının büyük bir yarası. Öyle kolayca kapanacağa da benzemiyor.

Musa İğrek, Londra
Zaman Gazetesi
7 Haziran 2015



Yorumlar